16 Haziran 2023

BİR SEÇİMİN ANATOMİSİ

 


BİR SEÇİMİN ANATOMİSİ

 

Şöyle başlar Sokrates’in Savunması

“Atinalılar! beni suçlayanların üzerinizdeki tesirini bilemiyorum. Fakat sözleri o kadar kandırıcıydı ki, ben kendi hesabıma onları dinlerken az daha kim olduğumu unutuyordum. Böyle olmakla beraber, inanın doğru tek söz bile söylememişlerdir.”

Evet Kılıçdaroğlu çok çalıştı, çok ter döktü, çok uğraştı…

Ama olmadı!

Peki yanlış neredeydi?

Gelin hep birlikte bakalım…

Tüm Dünya’da insanların birincil önceliği güvenlik olmuştur.

Eğer siz bir sistemi değiştirmek istiyorsanız,

Mevcut sistemin artık halkı güvende tutamadığına,

Güvenli bir gelecek sunamadığına dair insanları ikna etmelisiniz.

İşte tam da bu noktada iktidarın söylemleriyle seçimin gidişatını belirlediğini hepimiz kabul edelim.

Tüm seçim dönemi boyunca AKP’li siyasetçiler LGBTİ+ konusunu defalarca gündeme taşıdılar.

Hepimiz “ne alaka?” dedik.

Meydanlarda, televizyon programlarında ve sosyal medyada laf dönüp dolaşıp LGBTİ+ konusuna geldi.

Ama asıl mesaj şuydu;

“Karşı taraf ahlaksız ve bu yüzden onların hiçbir dediğine güvenemezsiniz”

Halkın güvende olma duygusuna ilk darbe vurulmuştu, ama bunu hiç kimse okuyamadı.

Bu mesajı okuyamadığımız gibi toplumda CHP’ye karşı yıllardır süregelen bir ön yargı var.

2019 yerel seçiminde bu ön yargı azda olsa kırılmış olmasına rağmen,

Günümüzde hala daha CHP’ye oy vermenin “günah” olduğunu düşünen,

CHP’yi güvenlik tehdidi olarak gören hatırı sayılır sayıda insan var ülkemizde.

2016 yılında Yeni Akit’te yazdığı yazıda İbrahim Bektaş,

CHP’ye oy vermiş kişileri “tövbe etmeye” çağırıyordu.

Toplumda CHP’ye karşı oluşan bu önyargıları kırmak için minik dokunuşlar değil,

Tüm gücünüzle vurmanız gerekir.

Çünkü anahtarı bulamadıysanız prangaları dokunarak kırmanız mümkün değildir.

İktidar Kılıçdaroğlu’nun ahlaki karakterini karalamakla meşguldü.

Tüm bunlar olurken muhalefet kalp yapmaya, kucaklaşma, helalleşme söylemlerine devam etti.

Kılıçdaroğlu’nun ön yargılarla ilgili en önemli hamlesi “Alevi” başlıklı videosuydu.

115 milyondan fazla izlenerek bir rekor kırdı ancak önyargı zincirlerini kırmaya yetmedi.

Dedim ya az önce minik dokunuşlar değil, tüm gücünüzle vuracaksınız…

Ahlaki açıdan güvenilir bir insan olmadığını göstermek için Kılıçdaroğlu’nun PKK ile ilişkilendirildiğini gördük.

Bu noktada iktidarın temel taktiği Kılıçdaroğlu’nun Babala Tv yayınında da değindiği gibi,

“Goebbels Taktiği”dir.

Yani kısaca açıklamak gerekirse;

Bir bilgi ne kadar çok tekrar edilirse, o bilgiyle ne kadar sık karşılaşırsanız, o kadar doğruymuş gibi geliyor.

Tekrarın sıklığı arttıkça, doğruluk algısı da artıyor.

Eğitimde de böyledir aslında;

Montessori eğitimlerinde "temrinin tekrarı" tekniği vardır.

Her ne kadar eğitim süresince geçerli olsa da, ne kadar tekrar o kadar akılda kalma olayın gerçeği.

Kılıçdaroğlu’nun PKK ile ilişkilendirilmesi,

Montaj videoların yayınlanması,

İktidarın elinde tuttuğu medya kanalıyla bu algıyı her mecrada sürekli tekrar etmesi,

Bir süre sonra inkarın yetersizliğini ortaya koyuyor.

Bir noktadan sonra onu doğruluğu ispatlı, kesin bir şeymiş gibi düşünmeye başlıyorlar.

İddiayı ilk nerede duyduk, kimden duyduk, bize nasıl bir kanıt gösterildi, hepsini unutuluyor

O mesajın güvenilir olup olmadığına dair bütün ayrıntıları unutup,

Sadece mesajın içeriğini hatırladığımızda da, ne kadar saçma bir iddia olursa olsun inanma olasılığımız artıyor.

Kılıçdaroğlu karşıtı kampanyanın da ana stratejisi tam olarak buydu.

Ne yazık ki bununla da doğru taktikleri uygulayarak başedilemedi.

Ekonomik kriz, deprem ve diğer tüm konular rafa kalktı.

Tüm gündem Kılıçdaroğlu’nun PKK ile anlaştığı noktasına çekildi.

İktidar tek konu üzerinden gündem oluştururken,

Kılıçdaroğlu emekli ikramiyesi dedi, depremzedelere bedava ev dedi, staj mağdurları dedi,

Aile destek sigortası dedi, kalıcı yaz saati dedi, ekonomik kriz dedi, YÖK’ü kapatacağım dedi,

Parlamenter sisteme dönüş dedi, yolsuzlukla mücadele dedi, memur maaşları dedi,

Asgari ücret dedi, emekli maaşı dedi, Kızılay dedi, çiftçiye indirimli elektrik dedi,

Sıfır ÖTV dedi, gençlere oyun konsolu ve cep telefonu dedi, sığınmacı dedi…….

Bu liste uzar gider….

Oysa ki az içerik çok tekrar olsaydı, ve sık tekrarlansaydı Kılıçdaroğlu şu an Cumhurbaşkanımız olabilirdi.

Şimdi hitap ettiğiniz kitle “neyi nasıl anlatırsanız anlar” önce bunu tahlil etmek gerekir.

Türkiye’deki seçmen kitlesini tanımak dediğimizde o kitlenin derdini bilmek değil,

Değerlerine zarar vermeden çözüm yollarını anlatabilmek ve ikna etmek önemli.

OECD nin yaptığı araştırmaya göre;

Türkiye'de okuduğunu anlama ve basit problem çözme yeteneğine sahip olmayanların nüfus içindeki oranı yaklaşık %40

Bu oran Japonya'da %4, Finlandiya'da %6, Hollanda'da %8, İsveç, Danimarka ve Yeni Zelanda'da %9.

Siz bu kitleye sırtınızda LGBTİ+ ve PKK yükleriyle giderseniz,

Ve bunun üzerine 100 tane vaatte bulunursanız sonuç kaçınılmazdır….

Tüm seçim dönemi boyunca seçim çalışmasını ”CHP ve Kılıçdaroğlu gelirse ülke güvenliğinin tehlikeye düşeceği, ahlaksızlığın tırmanacağı” argümanı üzerine yoğunlaştıran AKP ve Tayyip Erdoğan sonucu istediği gibi şekillendirmiştir.

İnsanlar tehlike anında kurulu düzene sarılırlar.

Tıpkı Amerikan Başkanı George W. Bush’un görev onay oranının, 

Eylül 2001 civarında %52'yken, Ekim başında bir anda %90'a fırlaması gibi.

Peki bu artışın nedeni ne?

11 Eylül Saldırıları.

Aynısını ülkemizde de yaşadık.

7 Haziran 2015 seçimlerinde, AKP %40.9 oy almış fakat tek başına iktidar olacak kadar milletvekili çıkaramamıştır.

Ancak takip eden yaz günlerinde Suruç Saldırısı, “hendek operasyonları”, Ankara Garı Saldırısı gibi olaylar

Seçimden sonraki aylarda terörü bir numaralı gündem haline getirmiştir.

1 Kasım 2015'te yapılan seçimde AKP oylarını bir anda yaklaşık 8.5 puan arttırmış,

Tek başına yeniden iktidar olmuştur.

Yazının başında da belirttiğim gibi halkın birinci önceliği güvenlik duygusudur.

Ve ne yazık ki çok basit taktiksel hatalarla seçim kaybedilmiştir.

Tüm bu argümanların yanında vatandaşlık verilen yabancıların oy kullanması,

Sahte seçmenler, listelere küsen oy vermeyen seçmenler,

Özellikle İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz’de organize olamayan bir muhalefet,

Bazı seçim bölgelerinde görevli olmaması ve sandık güvenliğinde ki eksiklikler gibi birçok nedende

Seçimin beklenilen sonucu doğurmadığını bizlere gösterdi.

Gandhi; “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz”  der.

Bence haklı…

O yüzden artık önümüzdeki yerel seçimlere bakmalıyız.

Kişisel kanaatim şudur ki;

CHP’nin silkinip kendine gelmesi için belki de böyle bir sonuç gerekiyordu.

Çok üzüldüm, hala daha kendime gelebilmiş değilim ama bazen gerekiyor sanırım böyle darbeler.

Lenin de dediği gibi “yenilgi yılları, iyi bir okuldur”

Umarım bu okuldan mezun olmuşuzdur ve bu son yenilgimizdir.

Bir okun en uzaktaki hedefi vurmadan önce en dibe kadar çekilmesi gerekir.

Dipte olmak, büyük çıkışların temelidir.

Şimdi derin bir nefes alıp Atatürk’e sarılıyoruz.

O, 1919 yılında yola çıkmadan önce Havza’da ne demişti bize;

"Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız. Bizi öldürmek değil, canlı mezara koymak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir..."

30 Mayıs 2023

MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET...

 


MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET…

Türkiye’nin belki de kaderini belirleyecek seçime sayılı günler kaldı.

Pazar günü sandığa gidip oyumuzu kullanacağız,

Akabinde oylarımıza sahip çıkıp, sandıklarımızın başına gideceğiz.

Hep söylüyorum yine söyleyeceğim;

“Bu seçim cennetin kapılarını açma seçimi değil, cehennemin kapılarını kapama seçimi.”

Ama gelin bu kader seçimi öncesi kronolojik bir sıralama yapalım.

 

Biz bugünlere nasıl geldik bir hatırlayalım…


*Mayıs 2002'de Başbakan Bülent Ecevit'in rahatsızlanması ve ilerleyen yaşının etkisiyle sağlık durumunun düzelememesi iddiası ile görevine devam edip edemeyeceği yönünde tartışmalar yaşanıp Ecevit'in görevden çekilmemesine tepki gösteren milletvekillerinin yarısı istifa etmeseydi,

* Bu gelişmeler sırasında koalisyon hükümetinin ikinci büyük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 2002 günü, partisinin Bursa İl teşkilatının Keles ilçesinde düzenlediği 11. Kocayayla Türkmen Kurultayı'nda yaptığı açıklamada 3 Kasım 2002 tarihinde erken seçim yapılmasını istemeydi,

*16 Temmuz 2002'de koalisyon hükümetini oluşturan üç partinin genel başkanları arasında yapılan zirve toplantısında 3 Kasım'da erken seçim yapılması kararı alınmasaydı,

*31 Temmuz 2002'de TBMM Genel Kurulu'nda yapılan oylamada, erken seçim önergesi oylamaya katılan 514 milletvekilinden 449'unun kabul oyu vermeseydi,

*3 Kasım 2002 tarihinde 81 ildeki 85 seçim çevresinde düzenlenen seçimlere katılım oranı yüzde 79,13 olarak gerçekleşmeseydi,

*%10'luk seçim barajı olmasaydı,
(Yüzde 10'luk ülke barajı nedeniyle geçerli oyların yaklaşık yüzde 45'i TBMM'ye yansıyamadı; seçimlere katılan 18 siyasi partiden yalnızca Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 10'luk ülke barajını aşarak TBMM'de temsil edilmeyi başardı, böylece 1946'dan sonra ikinci kez TBMM'de yalnızca iki parti temsil edildi.)

*Geçerli oyların yüzde 34,29'unu alan Adalet ve Kalkınma Partisi elde ettiği 363 milletvekilliği ile (9 Mart 2003'te düzenlenen ara seçimlerden sonra 365'e yükseldi) tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu sağlamasaydı,

*1999 genel seçimlerinden sonra kurulup 2002 seçimlerine kadar ülkeyi yöneten koalisyon hükümetinin ortaklarından Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi'nin yanı sıra muhalefetteki Doğru Yol Partisi, Saadet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi barajı aşamayarak TBMM dışında kalmasaydı,
(Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli aday olduğu Osmaniye'den %29,19 (58.622)oy almasına rağmen partisi baraja takıldığından milletvekili seçilemedi.)

*14 Kasım 2002 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmeden sonra, Erdoğan'ın milletvekili olmaması nedeniyle, 16 Kasım 2002 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi genel başkan yardımcısı Abdullah Gül, Sezer tarafından hükümeti kurmakla görevlendirdi. 58. Hükümetin 18 Kasım'da Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanmasaydı,

*Adalet ve Kalkınma Partisi, Siirt'in Pervari ilçesine bağlı Doğanköy'de sandık kurullarının oluşturulmaması ve bir sandığın kırılması nedeniyle Siirt'teki seçimlerin iptali için Yüksek Seçim Kurulu'na başvurdu. Başvuruyu haklı bulan YSK 2 Aralık 2002 tarihinde, Siirt'teki seçim sonuçları iptal ederek bu seçim çevresindeki seçimlerin yenilenmesine karar vermeseydi,

*Siirt'te yapılacak ara seçim öncesinde Deniz Baykal liderliğindeki CHP'nin desteğiyle yapılan anayasa değişikliğiyle Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin önündeki engel kaldırılmasaydı,

*9 Mart 2003'te yenilenen ve yalnızca 4 partinin katıldığı seçimler sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi 3 milletvekilliğini de kazanmasaydı,

*Aynı seçimde Recep Tayyip Erdoğan da Siirt'ten TBMM'ye seçilmeseydi

Sizce 9 Mart 2003’ten bugüne kadar yaşadıklarımızı yaşar mıydık?

 

Elbette yaşamazdık…

Ülkelerin de kaderleri vardır.

Bizim kaderimize de o zaman için bu düşmüş.

Ama “kaderimse çekerim” de diyemeyiz.

Artık bir şeyler değişmeli, yok olmaya doğru adım adım sürüklenirken buna “dur” denilmeli.

II.Dünya Savaşı bittiğinde Almanlar,

Bir taraftan molozlar arasında ölmüş at eti yerken,

Bir yandan da yeni bir sistem hakkında düşünmeye başlarlar.

Conrad Adenaur bu manzara karşısında şöyle der;

“Umarım bir daha İsa bile gelse tüm yetkiyi tek kişiye verecek kadar aptal olmayız.”

Almanya savaş sonrası yıkıntılarından yeniden doğdu.

Dünyanı güçlü devletleri arasında yer aldı.

Çok uzaklara gitmeyelim…

Osmanlı son dönemlerinde gücünü iyice kaybetmiş, işgale açık hale gelmişti,

15 Mayıs sabahı İzmir rıhtımına Yunan kuvvetlerinin girişiyle İzmir işgal edildi.

İşgale karşı çıkan Hasan Tahsin ilk kurşunu sıktı ve ardından şehit oldu.

Bunun üzerine Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919’da milli mücadeleyi başlatmak üzere Samsun’a doğru yola çıktı.

19 Mayıs sabahı Samsun’a ayak bastığında bir ülkenin kaderi değişti…

15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgaliyle başlayan yazgı,

9 Eylül 1922'de Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesi ile son buldu.

Sözün özü değişim için adım atmak, bir yerlerden başlamak şart…

Sen de mülteci işgaline son vermek, öz vatanında sığıntı gibi olmak istemiyorsan,

Ekonomik prangaları kırıp, hakça bölüşmek istiyorsan,

Adaletin yeniden tesis edilmesiyle güven içinde yaşamak istiyorsan,

Çocuklarının kaliteli ve çağdaş eğitim almasını istiyorsan,

Kadınların korkmadan, özgürce haklarını yaşayabilecekleri günleri istiyorsan,

Kısacası vatanını seviyorsan atman gereken adım belli;

SANDIĞA GİT OY VER…

Ve Atatürk’ün şu sözünü sakın unutma;

“MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET DAMARLARINDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR!”

KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...