BİR SEÇİMİN ANATOMİSİ
Şöyle başlar Sokrates’in Savunması
“Atinalılar!
beni suçlayanların üzerinizdeki tesirini bilemiyorum. Fakat sözleri o kadar
kandırıcıydı ki, ben kendi hesabıma onları dinlerken az daha kim olduğumu
unutuyordum. Böyle olmakla beraber, inanın doğru tek söz bile
söylememişlerdir.”
Evet Kılıçdaroğlu çok çalıştı, çok ter döktü,
çok uğraştı…
Ama olmadı!
Peki yanlış neredeydi?
Gelin hep birlikte bakalım…
Tüm Dünya’da insanların birincil önceliği
güvenlik olmuştur.
Eğer siz bir sistemi değiştirmek istiyorsanız,
Mevcut sistemin artık halkı güvende
tutamadığına,
Güvenli bir gelecek sunamadığına dair insanları
ikna etmelisiniz.
İşte tam da bu noktada iktidarın söylemleriyle
seçimin gidişatını belirlediğini hepimiz kabul edelim.
Tüm seçim dönemi boyunca AKP’li siyasetçiler
LGBTİ+ konusunu defalarca gündeme taşıdılar.
Hepimiz “ne
alaka?” dedik.
Meydanlarda, televizyon programlarında ve
sosyal medyada laf dönüp dolaşıp LGBTİ+ konusuna geldi.
Ama asıl mesaj şuydu;
“Karşı
taraf ahlaksız ve bu yüzden onların hiçbir dediğine güvenemezsiniz”
Halkın güvende olma duygusuna ilk darbe vurulmuştu,
ama bunu hiç kimse okuyamadı.
Bu mesajı okuyamadığımız gibi toplumda CHP’ye
karşı yıllardır süregelen bir ön yargı var.
2019 yerel seçiminde bu ön yargı azda olsa
kırılmış olmasına rağmen,
Günümüzde hala daha CHP’ye oy vermenin “günah”
olduğunu düşünen,
CHP’yi güvenlik tehdidi olarak gören hatırı
sayılır sayıda insan var ülkemizde.
2016 yılında Yeni Akit’te yazdığı yazıda
İbrahim Bektaş,
CHP’ye oy vermiş kişileri “tövbe etmeye” çağırıyordu.
Toplumda CHP’ye karşı oluşan bu önyargıları
kırmak için minik dokunuşlar değil,
Tüm gücünüzle vurmanız gerekir.
Çünkü anahtarı bulamadıysanız prangaları
dokunarak kırmanız mümkün değildir.
İktidar Kılıçdaroğlu’nun ahlaki karakterini
karalamakla meşguldü.
Tüm bunlar olurken muhalefet kalp yapmaya,
kucaklaşma, helalleşme söylemlerine devam etti.
Kılıçdaroğlu’nun ön yargılarla ilgili en önemli
hamlesi “Alevi” başlıklı videosuydu.
115 milyondan fazla izlenerek bir rekor kırdı ancak
önyargı zincirlerini kırmaya yetmedi.
Dedim ya az önce minik dokunuşlar değil, tüm
gücünüzle vuracaksınız…
Ahlaki açıdan güvenilir bir insan olmadığını
göstermek için Kılıçdaroğlu’nun PKK ile ilişkilendirildiğini gördük.
Bu noktada iktidarın temel taktiği
Kılıçdaroğlu’nun Babala Tv yayınında da değindiği gibi,
“Goebbels
Taktiği”dir.
Yani kısaca açıklamak gerekirse;
Bir bilgi ne kadar çok tekrar edilirse, o
bilgiyle ne kadar sık karşılaşırsanız, o kadar doğruymuş gibi geliyor.
Tekrarın sıklığı arttıkça, doğruluk algısı da
artıyor.
Eğitimde de böyledir aslında;
Montessori eğitimlerinde "temrinin
tekrarı" tekniği vardır.
Her ne kadar eğitim süresince geçerli olsa da,
ne kadar tekrar o kadar akılda kalma olayın gerçeği.
Kılıçdaroğlu’nun PKK ile ilişkilendirilmesi,
Montaj videoların yayınlanması,
İktidarın elinde tuttuğu medya kanalıyla bu
algıyı her mecrada sürekli tekrar etmesi,
Bir süre sonra inkarın yetersizliğini ortaya
koyuyor.
Bir noktadan sonra onu doğruluğu ispatlı, kesin
bir şeymiş gibi düşünmeye başlıyorlar.
İddiayı ilk nerede duyduk, kimden duyduk, bize
nasıl bir kanıt gösterildi, hepsini unutuluyor
O mesajın güvenilir olup olmadığına dair bütün
ayrıntıları unutup,
Sadece mesajın içeriğini hatırladığımızda da,
ne kadar saçma bir iddia olursa olsun inanma olasılığımız artıyor.
Kılıçdaroğlu karşıtı kampanyanın da ana
stratejisi tam olarak buydu.
Ne yazık ki bununla da doğru taktikleri
uygulayarak başedilemedi.
Ekonomik kriz, deprem ve diğer tüm konular rafa
kalktı.
Tüm gündem Kılıçdaroğlu’nun PKK ile anlaştığı
noktasına çekildi.
İktidar tek konu üzerinden gündem oluştururken,
Kılıçdaroğlu emekli ikramiyesi dedi,
depremzedelere bedava ev dedi, staj mağdurları dedi,
Aile destek sigortası dedi, kalıcı yaz saati
dedi, ekonomik kriz dedi, YÖK’ü kapatacağım dedi,
Parlamenter sisteme dönüş dedi, yolsuzlukla
mücadele dedi, memur maaşları dedi,
Asgari ücret dedi, emekli maaşı dedi, Kızılay
dedi, çiftçiye indirimli elektrik dedi,
Sıfır ÖTV dedi, gençlere oyun konsolu ve cep
telefonu dedi, sığınmacı dedi…….
Bu liste uzar gider….
Oysa ki az içerik çok tekrar olsaydı, ve sık
tekrarlansaydı Kılıçdaroğlu şu an Cumhurbaşkanımız olabilirdi.
Şimdi hitap ettiğiniz kitle “neyi nasıl
anlatırsanız anlar” önce bunu tahlil etmek gerekir.
Türkiye’deki seçmen kitlesini tanımak dediğimizde
o kitlenin derdini bilmek değil,
Değerlerine zarar vermeden çözüm yollarını
anlatabilmek ve ikna etmek önemli.
OECD nin yaptığı araştırmaya göre;
Türkiye'de okuduğunu anlama ve basit problem
çözme yeteneğine sahip olmayanların
nüfus içindeki oranı yaklaşık %40
Bu oran Japonya'da %4, Finlandiya'da %6,
Hollanda'da %8, İsveç, Danimarka ve Yeni Zelanda'da %9.
Siz bu kitleye sırtınızda LGBTİ+ ve PKK
yükleriyle giderseniz,
Ve bunun üzerine 100 tane vaatte bulunursanız
sonuç kaçınılmazdır….
Tüm seçim dönemi boyunca seçim çalışmasını ”CHP ve Kılıçdaroğlu gelirse ülke
güvenliğinin tehlikeye düşeceği, ahlaksızlığın tırmanacağı” argümanı
üzerine yoğunlaştıran AKP ve Tayyip Erdoğan sonucu istediği gibi
şekillendirmiştir.
İnsanlar tehlike anında kurulu düzene
sarılırlar.
Tıpkı
Amerikan Başkanı George W. Bush’un görev onay oranının,
Eylül
2001 civarında %52'yken, Ekim başında bir anda %90'a fırlaması gibi.
Peki
bu artışın nedeni ne?
11
Eylül Saldırıları.
Aynısını
ülkemizde de yaşadık.
7
Haziran 2015 seçimlerinde, AKP %40.9 oy almış fakat tek başına iktidar olacak
kadar milletvekili çıkaramamıştır.
Ancak
takip eden yaz günlerinde Suruç Saldırısı, “hendek operasyonları”, Ankara Garı
Saldırısı gibi olaylar
Seçimden
sonraki aylarda terörü bir numaralı gündem haline getirmiştir.
1
Kasım 2015'te yapılan seçimde AKP oylarını bir anda yaklaşık 8.5 puan arttırmış,
Tek
başına yeniden iktidar olmuştur.
Yazının
başında da belirttiğim gibi halkın birinci önceliği güvenlik duygusudur.
Ve
ne yazık ki çok basit taktiksel hatalarla seçim kaybedilmiştir.
Tüm
bu argümanların yanında vatandaşlık verilen yabancıların oy kullanması,
Sahte
seçmenler, listelere küsen oy vermeyen seçmenler,
Özellikle
İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz’de organize olamayan bir muhalefet,
Bazı
seçim bölgelerinde görevli olmaması ve sandık güvenliğinde ki eksiklikler gibi
birçok nedende
Seçimin
beklenilen sonucu doğurmadığını bizlere gösterdi.
Gandhi;
“Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz” der.
Bence
haklı…
O
yüzden artık önümüzdeki yerel seçimlere bakmalıyız.
Kişisel
kanaatim şudur ki;
CHP’nin
silkinip kendine gelmesi için belki de böyle bir sonuç gerekiyordu.
Çok
üzüldüm, hala daha kendime gelebilmiş değilim ama bazen gerekiyor sanırım böyle
darbeler.
Lenin
de dediği gibi “yenilgi yılları, iyi bir
okuldur”
Umarım
bu okuldan mezun olmuşuzdur ve bu son yenilgimizdir.
Bir
okun en uzaktaki hedefi vurmadan önce en dibe kadar çekilmesi gerekir.
Dipte
olmak, büyük çıkışların temelidir.
Şimdi
derin bir nefes alıp Atatürk’e sarılıyoruz.
O,
1919 yılında yola çıkmadan önce Havza’da ne demişti bize;
"Hiçbir zaman ümitsiz
olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız. Bizi öldürmek değil, canlı
mezara koymak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi
kurtarabilir..."
