Yine bilgisayar başında gündemi
takip ederken arka planda bir şarkı çalınıyor kulağıma;
“Sahte, sahte, her şey sahte
Kalp yenik
Akıl kanmıyor
Sözler sahte…”
Yüzümde tatlı bir tebessümle
klavyeyi bırakıp dinliyorum şarkıyı.
Sevgili Yalın’ın 2004 yılında
çıkardığı albümün en sevdiğim şarkısıydı “Sahte”
Aradan geçen yirmi bir yılda
şarkının manası da benim için değişti tabi ki…
Ama sözlerinin yansıttığı
gerçekliği günümüzde iliklerimize kadar hissediyoruz.
Duyguların sahteliğinden,
metaların sahteliğine doğru evrilen çağımızda nelerle karşılaşıyoruz bir
bilseniz?
Sahte zeytinyağından tutun
da, sahte peynir, sahte kıyma, sahte içki, sahte bal üretebiliyoruz mesela.
Sahte parfüm, sahte şampuan,
sahte makyaj malzemesi derken kozmetik sektöründe de durum gıda sektöründen
farklı değil.
Hazır giyim, takı, çanta,
aksesuar derken liste uzayıp gidiyor.
Marka ve ürün sahteciliği
adeta uzmanlık alanımız oldu.
OECD ve Avrupa Birliği Fikri
Mülkiyet Ofisi’nin (EUIPO) yayımladığı “Sahte
Ürün Ticaretinin Küresel Haritası 2025” raporu yayınlandı.
Raporda Türkiye sahte ürün
ticaretinde Çin’den sonra ikinci sırada yer alıyor.
OECD’nin 2018 raporunda
Türkiye sahte ürün ticaretinde %4’lük bir rakama sahipken, 2021 yılında bu
rakam %12’ye yükselmiş.
Son yayınlanan rapora göre
ise Avrupa Birliği’ne giren ürünlerin %22’si Türkiye’den geliyor.
Yani sahtecilik büyüdükçe
büyümüş…
Sahte olan her şeyi ihraç
etmiyoruz tabii ki de.
Mesela son skandalımız sahte
e-imzalarla türetilen sahte diplomalar, sahte sertifikalar, sahte ehliyetler…
Emeğin sömürüldüğü bir
sistemde “parayı basarak” kariyer ve iş sahibi olan yüzlerce insan olduğunu
gördük.
En acısı da bu belgeleri
edinen kişiler hala aramızda.
Belki muayene olduğumuz
doktor, gittiğimiz güzellik uzmanı, bindiğimiz taksinin şoförü…
Bunlar elbette zamanla
tespit edilecektir ancak bu zaman zarfında kimlere ne şekilde zarar verdikleri,
bu zararın nasıl telafi edilebileceği gibi konular hala muallakta.
Bunca sahteliğin içinde
elbette ülkenin bir de gerçekleri var.
Adli makamlar sahtecilik
operasyonunu inceleyedursun, gelin biz sizinle ülkenin gerçeklerini konuşalım.
Mesela ülkenin en temel gerçeği,
hepimizin bir şekilde hissettiği ekonomik kriz…
TÜİK’in açıkladığı -ki bana
göre bu rakamlar da gerçeği yansıtmadığı için sahte- enflasyon rakamlarına
bakalım.
TÜİK verilerine göre Temmuz
ayı enflasyon rakamı %33.52
ENAG verilerine baktığımızda
ise bu oran % 65.15
Temmuz rakamlarıyla kira
artış oranı da %41.13 olarak belirlendi.
Asgari ücretlinin %30,
emekli ve memurun %15 zam aldığı bir ortamda,
%41 kira artış oranı nasıl
karşılanabilecek?
İşte size sorgulanması
gereken bir Türkiye gerçeği…
Gelelim başka bir ülke
gerçeğine…
2008 yılında 68 olan kadın
cinayetlerinin sayısı, bu yılın ilk yarısında neredeyse 300’e yaklaştı.
2024 yılında tam 451 kadın
tanıdığı ya da tanımadığı erkekler tarafından katledildi.
Rakam her yıl artarak
gidiyor ve kanunlarımızın uygulanabilirlik kısmında hep bir şeyler eksik
kalıyor.
O eksik kaldıkça bizler
eksiliyoruz hayattan…
Çocuklar annelerinden,
aileler evlatlarından eksik kalıyor.
2021 yılında İstanbul
Sözleşmesi’nden çıkılması ve caydırıcı cezaların olmayışı erkek elini
güçlendirmiş ve onları daha da cesaretlendirmiştir.
“Aile
Yılı” ilan edilen 2025 yılının ilk yarısında 300’e yakın kadın
katlediliyorsa, Hükümetin şapkasını önüne koyup düşünmesi elzemdir.
Bu da başka bir Türkiye
gerçeğiydi...
2010 KPSS sorularının
çalınmasıyla başlayan “şaibeli sınav”
furyası bu yıl da devam etti.
ÖSYM ve MEB tarafından
yıllar içerisinde düzenlenen birçok sınavla ilgili şaibe iddiası ortaya atıldı.
Bazılarında sınavlar iptal
edildi, bazılarında ise sadece yöneticiler görevden alındı.
Sapla saman birbirine
karıştı, çalışanın hakkı, çalışmayanın sahtekârlığıyla buhar olup uçtu gitti…
Kısacası sınav işinde çok başarılı
olamadığımız da bir Türkiye gerçeği…
Sizleri gerçeklerle
buluşturmaya devam ediyorum.
“Adalet
mülkün temelidir” cümlesini tüm mahkeme salonlarına yazıp, bu
ilkeyle yönetilmesini beklediğimiz adalet mekanizması ne yazık ki düzgün
işlememektedir.
Seçilmiş belediye
başkanları, toplumda tanınmış isimler haklarında herhangi bir iddianame
düzenlenmediği halde cezaevlerinde tutuklu bulunuyorlar.
Ölüm riski taşıyan hastalıkları
doktor raporuyla ispatlanmış kişilerin, tüm itirazlara ve ses yükseltmelere rağmen
tutukluluklarına devam kararı verilirken,
Terör örgütü üyeliği gibi
ağır bir suçtan cezası kesinleşmiş birçok hükümlünün çeşitli mazeretlerle
salıverildiğini görüyoruz.
Size anlatacağım daha birçok
“Türkiye Gerçeği” var ama bunları
anlatmaya sayfalar yetmez.
Ülke gerçeklerini yaşayan
halkın başına sürekli bunların gelmesinin tek sebebi ise “unutmak”
Biz çabuk unutan bir
milletiz.
Bir skandal bitmeden
diğerine doğru son sürat koşuyoruz,
Koşarken de ardımızda
bıraktığımız olaylarla başımıza gelenleri unutuyoruz.
Olayların etkisi geçince hiç
yaşanmamış gibi oluyor.
Tıpkı eskilerin dediği gibi;
“Geçince olmamışa dönersin.”
Bununla ilgili çok güzel bir
anekdot aktarmak istiyorum size;
Köylünün biri elinde ağzı
bağlı bir çuvalla seyahat ediyormuş,
Yolculuk sırasında iki-üç
dakikada bir çuvalı sallıyormuş.
Karşısında oturan adamın bu
durum dikkatini çekmiş ve sormuş:
- Hayırdır hemşerim, çuvalda
ne var?
- İki tane fare var.
- Ne yapacaksın onları?
- Bir dostuma lazımmış ona
götürüyorum.
- Peki, niye ikide bir
çuvalı sallıyorsun, bırak olduğu yerde dursun.
Köylü adama bakarak;
-Gardaşım, eğer ben onları
rahat bırakırsam düşünürler, bu çuvaldan çıkmanın yollarını arar, çuvalı
kemirir dışarı çıkarlar. Çuvalı salladıkça panikleyip koşuşturuyorlar. Bir
müddet sonra sakinleşince köşelerine çekilip tekrar düşünmeye başlıyorlar. İşte
o zaman benim tekrar çuvalı sallayıp bunları bir daha panikletip oyalamam gerekiyor...
Fareler çuvaldan
çıkabildiler mi yoksa yol boyu sallanıp durdular mı bilmem,
Ama bizim çuvalın içinde
neler olduğunu kurcalamayı bırakıp,
Çuvalı kimin, neden salladığını
sorgulamaya başlamamızın zamanı gelmedi mi?
** Bu yazı 08.09.2025 tarihinde daktilo1984.com sitesinde yayınlanmıştır.
