29 Ekim 2025

CUMHURİYET SENSİN

 


Mazhar Müfit Kansu

Atatürk’ün yaveri…

Atatürk'ün vizyonunu ve Cumhuriyet’in ilanı öncesi günleri bakın nasıl anlatıyor…

Erzurum Kongresi yapıldığı dönemlerde geçen bir konuşma:

“Mazhar not defterin yanında mı?”

“Hayır paşam.”

“Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.”

Mazhar Müfit Kansu'nun aşağıya gidip elinde not defteriyle geldiğini görünce,

Sigarasından bir iki nefes çektikten sonra:

“Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak.

Bir ben, bir sen, bir de Kalem Mahsus Müdürü Süreyya bileceksiniz, şartım bu…”

Paşa'nın şartı kabul edildi.

Atatürk “Öyleyse tarih koy” dedi.

28 Temmuz, 1919 Sabaha karşı.

“Pekâlâ, yaz” diyerek devam etti.

“Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır… Bu bir.

İki; “Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.”

Üç; “Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”

Bu anda kalem Kansu'nun elinden düşüverdi.

Mustafa Kemal'in yüzüne baktı.

O da onun yüzüne bakıyordu.

Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşmasıydı.

Kansu, Gazi Paşa ile zaman zaman senli benli konuşurdu.

“Neden duraksadın?” dedi.

“Darılma ama paşam, sizin de hayal peşinde koşan taraflarınız var” diye cevapladı Kansu.

Atatürk güldü…

“Bunu zaman gösterir, sen yaz” dedi.

Dört “Latin harflerini kabul etmek.”

“Paşam yeter, yeter…” dedi Mazhar Bey.

Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile:

“Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter” dedi…

Daha sonrasını Kansu'nun cümleleriyle dinleyelim…

“Defterimi kapattım. “Paşam sabah oldu. Sanırım siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşça kalın” dedim.

Yanından ayrıldım. Gerçekten gün ağarmıştı.

O anda olayların beni nasıl aldattığını ve Mustafa Kemal'i doğruladığını,

Mustafa Kemal'in beni nasıl bir cümle ile yıllar sonra susturduğunu tarih önünde açıklamalıyım…”

Aradan yıllar geçmişti…

Çankaya'da akşam yemeklerinde birkaç defa:

“Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine daha Erzurum'da, şapka giyilecek,

Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman,

Defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti” demekle kalmadı,

Bir gün önemli bir ders daha verdi.

Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu'ndan dönüyordu.

Ankara'ya geldiği zaman da otomobille eski meclis binası önünden geçiyordu.

Ben de kapı önünde bulunuyordum.

Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi:

“Azizim Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?”

İşte Cumhuriyet böyle bir vizyonun, böyle bir dâhinin eseri...

Bugün 102. Yaşını kutluyoruz ama aslında Cumhuriyet’in yaşı fikir olarak çok daha fazla…

100 yıllık ağaç gibi köklü, 1 yıllık fidan gibi taze…

Cumhuriyet sadece bir devlet biçimi değildir.

Aklı hür, vicdanı hür bireyler yetiştirir, geleceği aydınlatır,

Cumhuriyet yaşamın, faziletin, faziletli bir toplumun ta kendisidir aslında...

Cumhuriyet erkektir;

Hasan Ali Yücel’dir, Yunus Nadi’dir, İbrahim Refik Saydam’dır, Oktay Sinanoğlu’dur, Halil İnalcık’tır, Vecihi Hürkuş’tur, Yaşar Doğu’dur…

Cumhuriyet eşitliktir, adalettir, omuz omuza olmaktır,

Cumhuriyet kadındır;

Sabiha Gökçen’dir, Afife Jale’dir, Halide Edip’tir, Türkan Saylan’dır, Müzeyyen Senar’dır, Gül Esin’dir, Muazzez İlmiye Çığ’dır, Safiye Ayla’dır…

Onu doğru anlamak, Onu doğru yaşamak gerekir.

Cumhuriyet aradan 102 yıl da geçse Mustafa Kemal’in sesidir, nefesidir, yüreğidir…

Cumhuriyet bu ülkenin dağıdır, taşıdır, suyudur, ekmeğidir, aşıdır…

Cumhuriyet yarınların teminatı, geçmişin mirasıdır.

Cumhuriyet Çanakkale’dir, Sakarya’dır, Kocatepe’dir,

Doğu’nun sisli dağlarıdır,

Ankara’nın kurak bozkırları,

Karadeniz’in hırçın dalgaları,

Akdeniz’in yakıcı güneşidir…

Cumhuriyet Ege’de zeybektir, efedir!!

İstanbul’un Boğazı’dır…

Afyon’un haşhaşı, Adana’nın pamuğu, Konya’nın buğdayıdır,

Edirne’nin ayçiçeği, Rize’nin çay bahçesi, Bitlis’in tütünüdür,

Aydın’ın inciri, Malatya’nın kayısısı, Antalya’nın narenciyesidir,

Cumhuriyet üretimdir, fabrikalardır, savunma sanayidir…

Erzurum’dur, Sivas’tır, Samsun’dur…

Mücadeledir, kandır, gözyaşıdır…

Kundakta bebesiyle mermi taşıyan Şerife Bacı’dır, Sütçü İmam’dır, Gördesli Makbule’dir,

Yörük Ali Efe’dir, Kara Fatma’dır, Hasan Tahsin’dir…

Cumhuriyet Anadolu’dur, bacası tüten Yörük çadırıdır,

Çıplak ayaklı köy çocuklarıdır, 15’inde bu vatana feda olmuş kınalı kuzulardır…

Cumhuriyet ilimdir, irfandır, gelecektir…

Cumhuriyet ışıktır…

Bakmayın şimdilerde “cumhuriyetçilik” oynayanlara…

O kişiler için bile daha o dönemde Atatürk inanılmaz bir vizyonla aşağıdaki cümleleri kullanıyor:

"Gelecek nesillerin Türkiye'de Cumhuriyet'in ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye’nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tesbitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir." 1927 (Nutuk)

Bu ülkenin şimdi daha çok ihtiyacı var sana,

Durma sahip çık, koru, gözün gibi bak Cumhuriyetimize…

“Bunca kahramanın yanında ben neyim ki?” deme,

Esas kahraman aynaya baktığın zaman gördüğünde,

Cumhuriyet sende, senin içinde…

Sakın yılma, pes etme, sıkı sıkı sarıl,

ÇÜNKÜ, CUMHURİYET SENSİN ASLINDA…

** Bizlerin bugünleri yaşaması için gözünü kırpmadan mücadele eden tüm CUMHURİYET KAHRAMANLARINA saygı, sevgi ve minnetle şükranlarımı sunuyorum. Kutlu olsun 102. Cumhuriyet Yılımız…

14 Ekim 2025

ÇUVAL


Yine bilgisayar başında gündemi takip ederken arka planda bir şarkı çalınıyor kulağıma;

“Sahte, sahte, her şey sahte

Kalp yenik

Akıl kanmıyor

Sözler sahte…”

Yüzümde tatlı bir tebessümle klavyeyi bırakıp dinliyorum şarkıyı.

Sevgili Yalın’ın 2004 yılında çıkardığı albümün en sevdiğim şarkısıydı “Sahte”

Aradan geçen yirmi bir yılda şarkının manası da benim için değişti tabi ki…

Ama sözlerinin yansıttığı gerçekliği günümüzde iliklerimize kadar hissediyoruz.

Duyguların sahteliğinden, metaların sahteliğine doğru evrilen çağımızda nelerle karşılaşıyoruz bir bilseniz?

Sahte zeytinyağından tutun da, sahte peynir, sahte kıyma, sahte içki, sahte bal üretebiliyoruz mesela.

Sahte parfüm, sahte şampuan, sahte makyaj malzemesi derken kozmetik sektöründe de durum gıda sektöründen farklı değil.

Hazır giyim, takı, çanta, aksesuar derken liste uzayıp gidiyor.

Marka ve ürün sahteciliği adeta uzmanlık alanımız oldu.

OECD ve Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nin (EUIPO) yayımladığı “Sahte Ürün Ticaretinin Küresel Haritası 2025” raporu yayınlandı.

Raporda Türkiye sahte ürün ticaretinde Çin’den sonra ikinci sırada yer alıyor.

OECD’nin 2018 raporunda Türkiye sahte ürün ticaretinde %4’lük bir rakama sahipken, 2021 yılında bu rakam %12’ye yükselmiş.

Son yayınlanan rapora göre ise Avrupa Birliği’ne giren ürünlerin %22’si Türkiye’den geliyor.

Yani sahtecilik büyüdükçe büyümüş…

Sahte olan her şeyi ihraç etmiyoruz tabii ki de.

Mesela son skandalımız sahte e-imzalarla türetilen sahte diplomalar, sahte sertifikalar, sahte ehliyetler…

Emeğin sömürüldüğü bir sistemde “parayı basarak” kariyer ve iş sahibi olan yüzlerce insan olduğunu gördük.

En acısı da bu belgeleri edinen kişiler hala aramızda.

Belki muayene olduğumuz doktor, gittiğimiz güzellik uzmanı, bindiğimiz taksinin şoförü…

Bunlar elbette zamanla tespit edilecektir ancak bu zaman zarfında kimlere ne şekilde zarar verdikleri, bu zararın nasıl telafi edilebileceği gibi konular hala muallakta.

Bunca sahteliğin içinde elbette ülkenin bir de gerçekleri var.

Adli makamlar sahtecilik operasyonunu inceleyedursun, gelin biz sizinle ülkenin gerçeklerini konuşalım.

Mesela ülkenin en temel gerçeği, hepimizin bir şekilde hissettiği ekonomik kriz…

TÜİK’in açıkladığı -ki bana göre bu rakamlar da gerçeği yansıtmadığı için sahte- enflasyon rakamlarına bakalım.

TÜİK verilerine göre Temmuz ayı enflasyon rakamı %33.52

ENAG verilerine baktığımızda ise bu oran % 65.15

Temmuz rakamlarıyla kira artış oranı da %41.13 olarak belirlendi.

Asgari ücretlinin %30, emekli ve memurun %15 zam aldığı bir ortamda,

%41 kira artış oranı nasıl karşılanabilecek?

İşte size sorgulanması gereken bir Türkiye gerçeği…

Gelelim başka bir ülke gerçeğine…

2008 yılında 68 olan kadın cinayetlerinin sayısı, bu yılın ilk yarısında neredeyse 300’e yaklaştı.

2024 yılında tam 451 kadın tanıdığı ya da tanımadığı erkekler tarafından katledildi.

Rakam her yıl artarak gidiyor ve kanunlarımızın uygulanabilirlik kısmında hep bir şeyler eksik kalıyor.

O eksik kaldıkça bizler eksiliyoruz hayattan…

Çocuklar annelerinden, aileler evlatlarından eksik kalıyor.

2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve caydırıcı cezaların olmayışı erkek elini güçlendirmiş ve onları daha da cesaretlendirmiştir.

“Aile Yılı” ilan edilen 2025 yılının ilk yarısında 300’e yakın kadın katlediliyorsa, Hükümetin şapkasını önüne koyup düşünmesi elzemdir.

Bu da başka bir Türkiye gerçeğiydi...

2010 KPSS sorularının çalınmasıyla başlayan “şaibeli sınav” furyası bu yıl da devam etti.

ÖSYM ve MEB tarafından yıllar içerisinde düzenlenen birçok sınavla ilgili şaibe iddiası ortaya atıldı.

Bazılarında sınavlar iptal edildi, bazılarında ise sadece yöneticiler görevden alındı.

Sapla saman birbirine karıştı, çalışanın hakkı, çalışmayanın sahtekârlığıyla buhar olup uçtu gitti…

Kısacası sınav işinde çok başarılı olamadığımız da bir Türkiye gerçeği…

Sizleri gerçeklerle buluşturmaya devam ediyorum.

“Adalet mülkün temelidir” cümlesini tüm mahkeme salonlarına yazıp, bu ilkeyle yönetilmesini beklediğimiz adalet mekanizması ne yazık ki düzgün işlememektedir.

Seçilmiş belediye başkanları, toplumda tanınmış isimler haklarında herhangi bir iddianame düzenlenmediği halde cezaevlerinde tutuklu bulunuyorlar.

Ölüm riski taşıyan hastalıkları doktor raporuyla ispatlanmış kişilerin, tüm itirazlara ve ses yükseltmelere rağmen tutukluluklarına devam kararı verilirken,

Terör örgütü üyeliği gibi ağır bir suçtan cezası kesinleşmiş birçok hükümlünün çeşitli mazeretlerle salıverildiğini görüyoruz.

Size anlatacağım daha birçok “Türkiye Gerçeği” var ama bunları anlatmaya sayfalar yetmez.

Ülke gerçeklerini yaşayan halkın başına sürekli bunların gelmesinin tek sebebi ise “unutmak”

Biz çabuk unutan bir milletiz.

Bir skandal bitmeden diğerine doğru son sürat koşuyoruz,

Koşarken de ardımızda bıraktığımız olaylarla başımıza gelenleri unutuyoruz.

Olayların etkisi geçince hiç yaşanmamış gibi oluyor.

Tıpkı eskilerin dediği gibi; “Geçince olmamışa dönersin.”

Bununla ilgili çok güzel bir anekdot aktarmak istiyorum size;

Köylünün biri elinde ağzı bağlı bir çuvalla seyahat ediyormuş,

Yolculuk sırasında iki-üç dakikada bir çuvalı sallıyormuş.

Karşısında oturan adamın bu durum dikkatini çekmiş ve sormuş:

- Hayırdır hemşerim, çuvalda ne var?

- İki tane fare var.

- Ne yapacaksın onları?

- Bir dostuma lazımmış ona götürüyorum.

- Peki, niye ikide bir çuvalı sallıyorsun, bırak olduğu yerde dursun.

Köylü adama bakarak;

-Gardaşım, eğer ben onları rahat bırakırsam düşünürler, bu çuvaldan çıkmanın yollarını arar, çuvalı kemirir dışarı çıkarlar. Çuvalı salladıkça panikleyip koşuşturuyorlar. Bir müddet sonra sakinleşince köşelerine çekilip tekrar düşünmeye başlıyorlar. İşte o zaman benim tekrar çuvalı sallayıp bunları bir daha panikletip oyalamam gerekiyor...

Fareler çuvaldan çıkabildiler mi yoksa yol boyu sallanıp durdular mı bilmem,

Ama bizim çuvalın içinde neler olduğunu kurcalamayı bırakıp,

Çuvalı kimin, neden salladığını sorgulamaya başlamamızın zamanı gelmedi mi?


** Bu yazı 08.09.2025 tarihinde daktilo1984.com sitesinde yayınlanmıştır. 


 

KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...