14 Ekim 2025

ÇUVAL


Yine bilgisayar başında gündemi takip ederken arka planda bir şarkı çalınıyor kulağıma;

“Sahte, sahte, her şey sahte

Kalp yenik

Akıl kanmıyor

Sözler sahte…”

Yüzümde tatlı bir tebessümle klavyeyi bırakıp dinliyorum şarkıyı.

Sevgili Yalın’ın 2004 yılında çıkardığı albümün en sevdiğim şarkısıydı “Sahte”

Aradan geçen yirmi bir yılda şarkının manası da benim için değişti tabi ki…

Ama sözlerinin yansıttığı gerçekliği günümüzde iliklerimize kadar hissediyoruz.

Duyguların sahteliğinden, metaların sahteliğine doğru evrilen çağımızda nelerle karşılaşıyoruz bir bilseniz?

Sahte zeytinyağından tutun da, sahte peynir, sahte kıyma, sahte içki, sahte bal üretebiliyoruz mesela.

Sahte parfüm, sahte şampuan, sahte makyaj malzemesi derken kozmetik sektöründe de durum gıda sektöründen farklı değil.

Hazır giyim, takı, çanta, aksesuar derken liste uzayıp gidiyor.

Marka ve ürün sahteciliği adeta uzmanlık alanımız oldu.

OECD ve Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi’nin (EUIPO) yayımladığı “Sahte Ürün Ticaretinin Küresel Haritası 2025” raporu yayınlandı.

Raporda Türkiye sahte ürün ticaretinde Çin’den sonra ikinci sırada yer alıyor.

OECD’nin 2018 raporunda Türkiye sahte ürün ticaretinde %4’lük bir rakama sahipken, 2021 yılında bu rakam %12’ye yükselmiş.

Son yayınlanan rapora göre ise Avrupa Birliği’ne giren ürünlerin %22’si Türkiye’den geliyor.

Yani sahtecilik büyüdükçe büyümüş…

Sahte olan her şeyi ihraç etmiyoruz tabii ki de.

Mesela son skandalımız sahte e-imzalarla türetilen sahte diplomalar, sahte sertifikalar, sahte ehliyetler…

Emeğin sömürüldüğü bir sistemde “parayı basarak” kariyer ve iş sahibi olan yüzlerce insan olduğunu gördük.

En acısı da bu belgeleri edinen kişiler hala aramızda.

Belki muayene olduğumuz doktor, gittiğimiz güzellik uzmanı, bindiğimiz taksinin şoförü…

Bunlar elbette zamanla tespit edilecektir ancak bu zaman zarfında kimlere ne şekilde zarar verdikleri, bu zararın nasıl telafi edilebileceği gibi konular hala muallakta.

Bunca sahteliğin içinde elbette ülkenin bir de gerçekleri var.

Adli makamlar sahtecilik operasyonunu inceleyedursun, gelin biz sizinle ülkenin gerçeklerini konuşalım.

Mesela ülkenin en temel gerçeği, hepimizin bir şekilde hissettiği ekonomik kriz…

TÜİK’in açıkladığı -ki bana göre bu rakamlar da gerçeği yansıtmadığı için sahte- enflasyon rakamlarına bakalım.

TÜİK verilerine göre Temmuz ayı enflasyon rakamı %33.52

ENAG verilerine baktığımızda ise bu oran % 65.15

Temmuz rakamlarıyla kira artış oranı da %41.13 olarak belirlendi.

Asgari ücretlinin %30, emekli ve memurun %15 zam aldığı bir ortamda,

%41 kira artış oranı nasıl karşılanabilecek?

İşte size sorgulanması gereken bir Türkiye gerçeği…

Gelelim başka bir ülke gerçeğine…

2008 yılında 68 olan kadın cinayetlerinin sayısı, bu yılın ilk yarısında neredeyse 300’e yaklaştı.

2024 yılında tam 451 kadın tanıdığı ya da tanımadığı erkekler tarafından katledildi.

Rakam her yıl artarak gidiyor ve kanunlarımızın uygulanabilirlik kısmında hep bir şeyler eksik kalıyor.

O eksik kaldıkça bizler eksiliyoruz hayattan…

Çocuklar annelerinden, aileler evlatlarından eksik kalıyor.

2021 yılında İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve caydırıcı cezaların olmayışı erkek elini güçlendirmiş ve onları daha da cesaretlendirmiştir.

“Aile Yılı” ilan edilen 2025 yılının ilk yarısında 300’e yakın kadın katlediliyorsa, Hükümetin şapkasını önüne koyup düşünmesi elzemdir.

Bu da başka bir Türkiye gerçeğiydi...

2010 KPSS sorularının çalınmasıyla başlayan “şaibeli sınav” furyası bu yıl da devam etti.

ÖSYM ve MEB tarafından yıllar içerisinde düzenlenen birçok sınavla ilgili şaibe iddiası ortaya atıldı.

Bazılarında sınavlar iptal edildi, bazılarında ise sadece yöneticiler görevden alındı.

Sapla saman birbirine karıştı, çalışanın hakkı, çalışmayanın sahtekârlığıyla buhar olup uçtu gitti…

Kısacası sınav işinde çok başarılı olamadığımız da bir Türkiye gerçeği…

Sizleri gerçeklerle buluşturmaya devam ediyorum.

“Adalet mülkün temelidir” cümlesini tüm mahkeme salonlarına yazıp, bu ilkeyle yönetilmesini beklediğimiz adalet mekanizması ne yazık ki düzgün işlememektedir.

Seçilmiş belediye başkanları, toplumda tanınmış isimler haklarında herhangi bir iddianame düzenlenmediği halde cezaevlerinde tutuklu bulunuyorlar.

Ölüm riski taşıyan hastalıkları doktor raporuyla ispatlanmış kişilerin, tüm itirazlara ve ses yükseltmelere rağmen tutukluluklarına devam kararı verilirken,

Terör örgütü üyeliği gibi ağır bir suçtan cezası kesinleşmiş birçok hükümlünün çeşitli mazeretlerle salıverildiğini görüyoruz.

Size anlatacağım daha birçok “Türkiye Gerçeği” var ama bunları anlatmaya sayfalar yetmez.

Ülke gerçeklerini yaşayan halkın başına sürekli bunların gelmesinin tek sebebi ise “unutmak”

Biz çabuk unutan bir milletiz.

Bir skandal bitmeden diğerine doğru son sürat koşuyoruz,

Koşarken de ardımızda bıraktığımız olaylarla başımıza gelenleri unutuyoruz.

Olayların etkisi geçince hiç yaşanmamış gibi oluyor.

Tıpkı eskilerin dediği gibi; “Geçince olmamışa dönersin.”

Bununla ilgili çok güzel bir anekdot aktarmak istiyorum size;

Köylünün biri elinde ağzı bağlı bir çuvalla seyahat ediyormuş,

Yolculuk sırasında iki-üç dakikada bir çuvalı sallıyormuş.

Karşısında oturan adamın bu durum dikkatini çekmiş ve sormuş:

- Hayırdır hemşerim, çuvalda ne var?

- İki tane fare var.

- Ne yapacaksın onları?

- Bir dostuma lazımmış ona götürüyorum.

- Peki, niye ikide bir çuvalı sallıyorsun, bırak olduğu yerde dursun.

Köylü adama bakarak;

-Gardaşım, eğer ben onları rahat bırakırsam düşünürler, bu çuvaldan çıkmanın yollarını arar, çuvalı kemirir dışarı çıkarlar. Çuvalı salladıkça panikleyip koşuşturuyorlar. Bir müddet sonra sakinleşince köşelerine çekilip tekrar düşünmeye başlıyorlar. İşte o zaman benim tekrar çuvalı sallayıp bunları bir daha panikletip oyalamam gerekiyor...

Fareler çuvaldan çıkabildiler mi yoksa yol boyu sallanıp durdular mı bilmem,

Ama bizim çuvalın içinde neler olduğunu kurcalamayı bırakıp,

Çuvalı kimin, neden salladığını sorgulamaya başlamamızın zamanı gelmedi mi?


** Bu yazı 08.09.2025 tarihinde daktilo1984.com sitesinde yayınlanmıştır. 


 

05 Ağustos 2025

MEKTUP


Her yerde talan, her yerde adaletsizlik, her yerde haksızlık kol geziyor.

Son yıllarda neyi tutsanız lime lime dökülüyor ülkede; sistemler elinizde kalıyor.

Çok değil, sadece son 24 aya bakalım…

 

Milli Eğitim Bakanlığı sınav yapıyor, LGS skandalı patlıyor.

Sorular sosyal medyaya sızıyor, yüzlerce öğrenci şaibeli biçimde tam puan alıyor.

Bakanlık ise hesap vermek yerine hakaretle yanıt veriyor.

 

Sağlık Bakanlığı denetimindeki özel hastanelerde “Yenidoğan Çetesi” kuruluyor.

Yeni doğan bebekler üzerinden sağlık vurgunu yapılıyor.

Yetersiz tedaviler ölümlere yol açıyor. Bu sistem 2019'dan beri sürüyor, ancak yetkililer yıllarca görmezden geliyor.

CİMER’e Mart 2023’te bir vatandaş ihbarda bulunuyor.

Ama düğmeye Nisan 2024’te basılıyor.

Bu bir yılda kaç bebek öldü, bilen var mı?

 

Adalet Bakanlığı, Adli Yargı ve Cumhuriyet Savcılığı kura töreni yapıyor.

Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı yerle bir olmuş.

Akrabalıkla yapılan atamalar, siyasi bağlantılar artık saklanmıyor bile.

Mesela, AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, adaylar arasında yer alan yeğenini Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı ile tanıştırıyor.

Akın Gürlek önce Adalet Bakan Yardımcısı yapılıyor, sonra tekrar İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olarak atanıyor.

Kadınlar, çocuklar, hayvanlar katlediliyor.

Ama caydırıcı yasalar hâlâ uygulanmıyor.

Belediye başkanları, belediye çalışanları (haklarında iddianame dahi yokken) tutuklanıyor,

Hastalığı belgelenen tutuklular içeride kalırken, terörden yargılanan bazı isimler serbest bırakılıyor.

Adaletin terazisi yerinden oynamış, ama kimse durduramıyor…

 

Ormanlarımız cayır cayır yanıyor.

Milyonlar, “yangın söndürme uçakları nerede?” diye soruyor.

Orman Bakanlığı, uçakları arka kapıdan sessiz sedasız ihaleyle satıyor.

 

Emekli, çalışan, esnaf… Herkesin beli bükülmüş.

Gelir gideri karşılamıyor, kiralar maaşları aşıyor.

Ülkenin en zengin yüzde 20’lik kesimi, toplam gelirin yarısını alıyor.

Diğerlerine karşıdan bakmak kalıyor.

Asgari ücret ve emekli maaşları sefalet düzeyine gerilemiş durumda.

Ama Maliye Bakanlığı açıklama yapıyor:

“Büyük resme baktığınızda şokların iyi yönetildiği kanısındayım. Şoklar öncesi seviyelere döndük.”

Oysa vatandaş sokağa her çıktığında o şoku tekrar tekrar yaşıyor.

Ama Maliye Bakanı bunu görmek istemiyor.

 

Son olarak…

Diplomalardan ehliyete, sınav sonucu değişikliklerinden kimlik kartlarına kadar birçok evrakta sahte e-imza kullanıldığı ortaya çıkıyor.

Artık sınav sorusu çalmakla uğraşmak yok; doğrudan sahte diplomayla sistemin içine sızıyorlar.

Diplomalı gençler işsizken, iki lafı bir araya getiremeyen insanlar, sahte belgelerle devletin her yerine yerleşiyor.

E-imzaları üreten kurum BTK.

BTK Başkanı ve Başkan Yardımcısı'nın e-imzaları dahi kopyalanıyor, kimsenin haberi olmuyor.

BTK, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na bağlı.

Peki, Ulaştırma Bakanı ne yapıyor?

Bursa programına "spor" arası verip, Uludağ eteklerinde sabah yürüyüşü…

 

Devlet, vatandaşına kulağını tıkarsa…

Denetim mekanizmaları işletilmezse…

Her güne başka başka skandallarla uyanan bir ülke kalır geriye…

Bu gidişat çöküşün göstergesidir.

Ama sanırım devlet yetkilileri bunun henüz farkında değil.

Osmanlı'nın en parlak padişahlarından biri olan Kanuni Sultan Süleyman'ın içinde bir şüphe vardı:

“Günün birinde Osmanoğulları da çöker mi?”

Bu sorusunu, süt kardeşi ve dönemin büyük alimi Yahya Efendi’ye bir mektupla iletti.

Cevap tek cümleydi:

“Neme lazım be Sultanım!”

Kanuni bu cevaba anlam veremedi.

Bizzat dergaha gidip sitem etti.

Yahya Efendi ise şöyle dedi:

“Bir yerde zulüm yayılırsa,

Haksızlıklar ayyuka çıkarsa,

Sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yerse,

Bilenler de susarsa,

Yoksulların feryadı göklere çıkarsa ama taşlardan başka kimse duymazsa,

Herkes sadece 'ben' derse

Ve tüm bunları görenler 'neme lazım be' diyerek sırtını dönerse…

İşte o zaman devlet çöker.”

 

Ve öyle de oldu…

Osmanlı'nın sonu, yönetenlerin bencilliği, sağırlaşması, güce tamah etmesiyle geldi.

O ihtişamlı imparatorluk savaşlar, sefalet ve yokluk içinde yıkıldı.

Neyse ki Anadolu toprakları düşmana çiğnetilmedi.

1923 yılında Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu.

Son yıllarda benim içimde de Kanuni’nin yaşadığına benzer bir hissiyat var.

Vatan Şairimiz Namık Kemal der ki:

“Bulunmazsa adalet milletin efradı beyninde,

Geçer bir gün zemine, arşa çıksa pâye-i devlet.”

Yani:

"Milleti oluşturanların içinde (arasında) adalet olmazsa, devletin itibarı göklere çıksa da, bir gün  yere çakılır."

Bu yüzden, artık bizim uyanmamız lazım.

Devletimizin devamı için bir silkinip kendimize gelmemiz lazım.

“Uyanma vakti geldiyse bir uyandıran olur elbet!

Kimine Hızır, kimine uçan kuş,

Kimine ot, kimine açan çiçek,

Kimine akan su, kimine dilsiz taş…”

Tapduk Emre’nin bu sözleri sana ilham olsun.

Uyan artık!

 

Rivayete göre, Yahya Efendi’nin mektubu hâlâ Topkapı Sarayı’nda sergilenmekteymiş.

Belki bir devlet büyüğü okur da feyz alır diye…

Ama asıl mektup Atatürk’ün bıraktığıdır.

Hangi mektup mu?

“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen;

Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, İlelebet muhafaza ve müdafaa etmektir…”

diye başlayan o mektup.

Bu arada onu okumak için müzeye gitmene de gerek yok.

Çünkü o mektup, bu vatanın her taşında, bu ülkenin her sokağında,

Her taşıyıcı omurgasında yazılı... 

 

KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...