Mehmet Murat ÇALIK...
İstanbul’un ilk şehir plancısı belediye başkanı…
Beylikdüzü’nde Ekrem İmamoğlu’nun yanında başladığı yolculuk,
Şimdi adalet arayışıyla devam ediyor...
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyonda tutuklanmasının ardından sağlığıyla ilgili yaşadığı süreç tüm Türkiye’nin vicdanını sızlattı.
Zaten mevcut sağlık sorunları varken, iki defa kanser tedavisi görüp atlatmışken,
Üzerine bir de tutukluluk, kötü şartlar ve İzmir’e sürgün edilmesi kanserin nüksetmesine zemin hazırlar hale geldi.
Hepimiz televizyon ve sosyal medya üzerinden süreçlere şahit olduk.
Bir anne evladına hastane camından bakarken…
Bir oğul, odasında annesinin ağlayan siluetini izlerken…
Adalet, hangi rafta bekletiliyor acaba?
İçinde bir yerlerde küçücük bir vicdan kırıntısı olan bu görüntüye kayıtsız kalamazdı.
Ama onlar ne yaptılar biliyor musunuz?
1. kattaki mahkum koğuşundan 11. kata alındı.
Annesiyle yapılan röportajda gözü yaşlı anneyi yalvarırken gördüm.
“Oğlum 20 kilo verdi, çok aciz durumdayım, oğlumun elimden kayıp gitmesini istemiyorum” diyerek feryat ediyordu…
Bir annenin ahı dolanırsa boynunuza, bir ömür o ahla yaşamak zorunda kalırsınız…
Sistematik bir işkence ile karşı karşıya kalındığı aşikar olan bir durumda,
Adalet Bakanı’mız hala “Tutuklu ve hükümlüler devletimize emanet. Adli Tıp Kurumu hastane raporunu onaylarsa tutuklu kalması mümkün değil” diye açıklama yapıyor.
Bakanlık prosedür diyor…
Ama aynı prosedürle kimler tahliye edildi, bakalım…
-Hatay'da 6 Şubat depremlerinde yıkılan ve 88 kişinin hayatını kaybettiği Elit Apartmanı davasında tutuklu yargılanan müteahhit Mithat Tümyürek, "sağlık sorunları" gerekçesiyle tahliye edildi.
-Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi sonrası meslekten ihraç edilen ve tutuklanan eski Yargıtay üyesi Nazmi Çatak, boynunda 5 ayrı kitle tespit edildiğini, sanığın kanser teşhisi konduğuna yönelik raporu doğrultusunda sağlık durumu nedeniyle tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verildi.
-Yolsuzluk ve usulsüzlük yaparak PKK’ye para aktardıkları iddiasıyla tutuklanan eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın 'hewrediter derin ven trombozu' (kalıtımsal kan pıhtılaşması) hastalığının tedavisinin dışarıda yapılması gerekçe gösterilerek tahliyesine karar verildi.
-Tutuklu eski Mardin Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk hakkında, kalp pili takılmış olması da dahil bazı sağlık sorunları olduğu gerekçesiyle ve kaçma şüphesi bulunmadığı belirtilerek tahliyesine karar verildi.
-İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca “Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması”nın iş dünyası yapılanmasına ilişkin yürüttüğü soruşturma kapsamında “silahlı terör örgütüne üyelik” suçundan tutuklanan eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı “epilepsi hastası” olduğu için Anadolu Acıbadem Hastanesi'nin sağlık raporu gerekçe gösterilerek tahliye edildi.
-Cumhurbaşkanı Kararnamesiyle Hizbullahçı teröristler sağlık gerekçeleriyle tahliye edildi.
Sağlık raporu sunan herkes serbest, ama Murat Çalık için prosedür hâlâ işliyor…
Daha iddianamesi bile olmayan, uyduruk suçlarla ‘tutuklu’ bulunan belediye başkanları göz göre göre ölüme gönderiliyor.
Bu muamelenin tek nedeni CHP’Lİ BELEDİYE BAŞKANI OLMALARI…
Mahatma Gandhi derki;
“Vicdanın sesi bütün kanunların üzerindedir.”
Adaleti işletirken vicdanı da teraziye koymalısınız.
Teraziniz sadece sizin istediğiniz yönde çalışıyorsa kantarınızın ayarı bozulmuş demektir.
Ve bozuk bir kantarla adil değil, zalim olursunuz…
Büyük hukukçu Ebu Hanife'nin 'mihraptan ve minberden hukukun sesini kısarsanız, Hz. Allah da sizin nefesinizi, iflâhınızı kısar' ikazı her okuduğumuzda sarsılmamızı sağlamalı…
Bu sözün üzerine denecek bir şey yok ama,
Ben yine de size bir hikaye anlatmak isterim.
Kanunî Sultan Süleyman cenneti andıran bahçesinde ağaçlardan bir kaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti.
Hemen yanlarına yaklaştı ve ağaçları karıncaların sardığını gördü.
Ağaçları ilaçlatacaktı.
Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı.
Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı.
Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi.
Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu.
Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu.
Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.
Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü.
Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.
Kanunî tekrar hocasının odasına uğradı.
Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü.
Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı.
Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi.
Kanunî şöyle diyordu hocasına:
Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?
Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:
Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca...
Yarın Hakk divanında neler olur bilemem ama, dünya divanında karıncalar hala hakkını aramakta..

