23 Mart 2023

GÜZELHİSAR

 



GÜZELHİSAR

 

Güzel Aydın,

Toprağım Aydın,

Nefesim Aydın…

“Uygarlıklar Vadisi” Büyük Menderes Havzası’nın incisi Aydın…

Evliya Çelebi’nin “Dağlarından yağ, ovalarından bal akar'' dediği,

Heredot’un ise ''Bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altı ve en güzel iklimin bulunduğu yer'' olarak tarif ettiği;

Efeliğin, mertliğin, sevdanın, bereketin memleketi Aydın…

İlk yerleşimin M.Ö. 4500 lü yıllara dayandığı tahmin edilen,

Tarih boyunca bir çok uygarlığın sahip olmak istediği nadide güzellikte bir kent…

Hitit kaynaklarında ilk tarihi bilgilerine ulaşılan bu şehir,

Antik Çağ yazarı Straben’a göre Argoslu ve Trakyalı kavimlerle kurulmuştur.

Spartalılar ve Persler’in savaş nedeni olan şehir,

Büyük İskender tarafından Pers egemenliğinden kurtarılmıştır.

Hellenistik Krallıklar arasında sık sık el değiştirmiş, 12 yüzyılda Türklerin eline geçmiştir.

Öylesine güzeldir ki; Türkler “GÜZELHİSAR” adını vermiştir.

Batı Anadolu’nun önemli bir kültür merkezi olan Aydın,

16. yüzyıl sonlarında bir çok ayaklanmalara sahne olur.

II.Mahmut döneminde Müşirlik, Tanzimat’tan sonra eyalet, 1867’de ise vilayet olur.

Anadolu’nun ilk demiryolu Aydın-İzmir arasında yapılıp işletmeye açılır.

***

27 Mayıs 1919’ta Yunanlılar tarafından işgal edilir,

Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları,

Aydın İli’nin Çine İlçesi Yağcılar Köyünde toplanarak,

Sultanhisar İlçesine iki kilometre uzaklıkta Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki,

Güçlü ve tam teçhizatlı düşman karakoluna baskın yaparlar.

Tarih:16 Haziran 1919.

Karakol tümüyle imha edilir.

Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla düşmana yapılan ilk baskındır.

Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş,

Düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış,

Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir.

7. tümen kumandanı Şefik AKER’in başkanlığında kurulan halk meclisinde,

Oy birliğince alınan karar uyarınca,

Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından birinci kere kurtarılmıştır.

Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir.

Artık kanlı savaşlar başlamıştır.

Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle,

Donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır.

Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin,

Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir.

7 Eylül 1922 yılında işgalcilerden kurtarılır.

Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe,

Emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu,

Her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir.

Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür.

Yörük Ali Efe’nin Kurtuluş Savaşındaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu yanıtı:

“Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin birçoğunu bana ve başkalarına mal ederler.

Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki?

Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş,

bizim gibi duymuş ondan sonra da bizimle beraber olmuştur.

Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin şamatası olur mu ki?”

***

 

Burası Aydın…

Burası mücadelenin kenti,

Burası medeniyetlerin paylaşamadığı şehir…

Bizler yürekleri vatan aşkıyla çarpan, Çete Ayşe’lerin, Demirci Efe’lerin, Albay Şefik’lerin nesliyiz,

Bizler bu toprakları soysuzun, ipsizin eline bırakmamak için kanıyla destan yazanların nesliyiz…

Bu şehir yiğitliğin, efeliğin kalbidir, anavatanıdır…

Yılmaz Karakoyunlu’nun ‘Yorgun Mayıs Kısrakları’ kitabında anlattığı gibidir bu şehir ve insanları:

“Sükun ve endişenin çelişkisinde bir nara,

Dağlardan inen gür suların serinliği ve hırçın güneşin terlettiği ovalar.

Cesur ve adil kabadayılığın cepkenli yiğitleri,

Belde kama, sırtta cura, keyifle bu toprağa diz vuran Efeler…”

 

Bu şehri bize kanlarını, canlarını feda ederek hediye eden tüm büyüklerime sonsuz saygı ve minnetle…

KARANLIK

 


KARANLIK

Bir an da zifiri karanlık oldu her yer…

Duman, is, yada gece karanlığı değildi bu!

Bu cehaletin karanlığıydı ortalığı saran, 35 canı nefessiz bırakan,

“Din” adı altında, Allah’ın adını zikrederek canileşen kalabalığın karanlığıydı…

Sıcak, is, duman, çığlıklar, kaçışmalar, çaresizlik arasında sıkışmış onlarca insan!

Koray 12 yaşındaydı, hayatını kaybedenlerin içinde en küçüğüydü.

Ablası Menekşe 15 yaşındaydı.

Asuman 16, ablası Yasemin 19 yaşındaydı mesela.

Özlem 17, ablası Nurcan 18 yaşındaydı.

Hepsi tazecik birer fidandı…

Şairler, yazarlar, gazeteciler, aktörler, karikatüristler, tiyatrocular…

Hepsi birbirinden değerli 33 Aydını karanlığınızda boğdunuz!

Carina Cuanna henüz 23 yaşındaydı.

Hollanda'daki Leiden Üniversite'sinde Kültür Antrolopoloji okuyordu.

Tez için Türk kültürünü araştırmak üzere geldi…

Yasemin ve Asuman kardeşlerin Şenliklere katılacağını duydu.

Pir Sultan Abdal Derneği’nin semah ekibiyle Sivas’a gitmek üzere yola koyuldular.

Carina, günlüğünde Sivas'a gelişi ve bu kentteki ilk gözlemleriyle ilgili şu notları düşüyor:

"Evvelki gün, bir otobüs dolusu Alevi gencin arasında, Pir Sultan Kültür Festivali için Sivas'a hareket ettik.

Otobüsün içi çok neşeliydi; müzik, yemek, neşeli gençlik…

Devamlı türkü söyleniyordu ve inanılmaz ama aktörlük yapılıp dans bile ediyordu.

Sabah saat 8.00 civarında Sivas'a geldik.

Türkçe söylenen şeylerin manasız kalan ve anlamadığım tarafların hengamesinde dinlemeye, yemek yemeye ve hemen ardından tiyatroya gitmeyi başardık."

 

 

Carina günlüğünde 2 Temmuz’la ilgili şu satırlara yer veriyor:

"Yine her bir şeylere şahit oldum. Şu anda 'kapatılmış' bir vaziyette bir otelde oturmaktayız, zira dışarıdaki kökten dinci Müslümanlar dolaşıp duruyorlar"

Carina’nın son cümleleri ise şu şekildeydi:

"Sonunda bu şehrin bir Türk kökten dinciler topluluğunun bulunduğu bir yer olduğunu öğrendim. Bir sürü sloganlar atılıyordu ve bağrışmalar vardı. Bununla birlikte bir sürü de polis vardı."

Bunları takiben olanı biteni anlayamadığı son cümleleri geldi Carina'nın:

"Fakat ben bütün bunlardan ne anlarım ki?… “Allahu Ekber” diye bağırıyorlar ama niye? Dışarıdan yüksek tonda bağırmalar geliyor ama ne olduğunu anlamıyorum……."

Carina’nın en yakın arkadaşı olaydan bir yıl sonra Sivas’a geliyor:

“Carina öldü, onu öldürmeye hakları olduğunu düşünen ve onu tanımayan insanlar tarafından öldürüldü. Çok tuhaf ve gerçek dışıydı. Orada hissedilen o büyük gerginlik, aynı zamanda orada yaşayan insanların samimiyeti… Büyük bir zıtlık.”

Böylesine bir kara lekeydi işte Madımak…

Binlerce yobaz, hiç tanımadıkları masum onlarca cana kıydı,

Belki Madımak Oteli’ndeki yangın söndü ama,

Sevdiklerini kaybedenlerin yangını asla sönmedi, sönmeyecek…

Bu utanç da bu ülkeden asla silinmeyecek!

Aslına bakarsanız Madımak’a ağlayan insan sayısı o canilerden kat be kat fazla.

Binlerce insandı oradaki 35 kişiyi öldürenler…

Fakat milyonlarca insanımız var bunu hiçbir zaman yapmayacak olan.

İşte benim Madımak Karanlığındaki tek aydınlığım bu milyonlar...

KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...