29 Ekim 2023

CUMHURİYET SENSİN

 


Mazhar Müfit Kansu

Atatürk’ün yaveri…

Atatürk'ün vizyonunu ve Cumhuriyet’in ilanı öncesi günleri bakın nasıl anlatıyor…

Erzurum Kongresi yapıldığı dönemlerde geçen bir konuşma:

“Mazhar not defterin yanında mı?”

“Hayır paşam.”

“Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.”

Mazhar Müfit Kansu'nun aşağıya gidip elinde not defteriyle geldiğini görünce,

Sigarasından bir iki nefes çektikten sonra:

“Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak.

Bir ben, bir sen, bir de Kalem Mahsus Müdürü Süreyya bileceksiniz, şartım bu…”

Paşa'nın şartı kabul edildi.

Atatürk “Öyleyse tarih koy” dedi.

28 Temmuz, 1919 Sabaha karşı.

“Pekâlâ, yaz” diyerek devam etti.

“Zaferden sonra Hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır… Bu bir.

İki; “Padişah ve Haneden hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır.”

Üç; “Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”

Bu anda kalem Kansu'nun elinden düşüverdi.

Mustafa Kemal'in yüzüne baktı.

O da onun yüzüne bakıyordu.

Bu, gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşmasıydı.

Kansu, Gazi Paşa ile zaman zaman senli benli konuşurdu.

“Neden duraksadın?” dedi.

“Darılma ama paşam, sizin de hayal peşinde koşan taraflarınız var” diye cevapladı Kansu.

Atatürk güldü…

“Bunu zaman gösterir, sen yaz” dedi.

Dört “Latin harflerini kabul etmek.”

“Paşam yeter, yeter…” dedi Mazhar Bey.

Biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insanın davranışı ile:

“Cumhuriyet ilanını başarmış olalım da üst tarafı yeter” dedi…

Daha sonrasını Kansu'nun cümleleriyle dinleyelim…

“Defterimi kapattım. “Paşam sabah oldu. Sanırım siz oturmaya devam edeceksiniz, hoşça kalın” dedim.

Yanından ayrıldım. Gerçekten gün ağarmıştı.

O anda olayların beni nasıl aldattığını ve Mustafa Kemal'i doğruladığını,

Mustafa Kemal'in beni nasıl bir cümle ile yıllar sonra susturduğunu tarih önünde açıklamalıyım…”

Aradan yıllar geçmişti…

Çankaya'da akşam yemeklerinde birkaç defa:

“Bu Mazhar Müfit yok mu, kendisine daha Erzurum'da, şapka giyilecek,

Latin harfleri kabul edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman,

Defterini koltuğunun altına almış ve bana hayal peşinde koştuğumu söylemişti” demekle kalmadı,

Bir gün önemli bir ders daha verdi.

Şapka devrimini açıklamış olarak Kastamonu'ndan dönüyordu.

Ankara'ya geldiği zaman da otomobille eski meclis binası önünden geçiyordu.

Ben de kapı önünde bulunuyordum.

Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi:

“Azizim Mazhar Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?”

İşte Cumhuriyet böyle bir vizyonun, böyle bir dâhinin eseri...

Bugün 100. Yaşını kutluyoruz ama aslında Cumhuriyet’in yaşı fikir olarak çok daha fazla…

100 yıllık ağaç gibi köklü, 1 yıllık fidan gibi taze…

Cumhuriyet sadece bir devlet biçimi değildir.

Aklı hür, vicdanı hür bireyler yetiştirir, geleceği aydınlatır,

Cumhuriyet yaşamın, faziletin, faziletli bir toplumun ta kendisidir aslında...

Cumhuriyet erkektir;

Hasan Ali Yücel’dir, Yunus Nadi’dir, İbrahim Refik Saydam’dır, Oktay Sinanoğlu’dur, Halil İnalcık’tır, Vecihi Hürkuş’tur, Yaşar Doğu’dur…

Cumhuriyet eşitliktir, adalettir, omuz omuza olmaktır,

Cumhuriyet kadındır;

Sabiha Gökçen’dir, Afife Jale’dir, Halide Edip’tir, Türkan Saylan’dır, Müzeyyen Senar’dır, Gül Esin’dir, Muazzez İlmiye Çığ’dır, Safiye Ayla’dır…

Onu doğru anlamak, Onu doğru yaşamak gerekir.

Cumhuriyet aradan 100 yıl da geçse Mustafa Kemal’in sesidir, nefesidir, yüreğidir…

Cumhuriyet bu ülkenin dağıdır, taşıdır, suyudur, ekmeğidir, aşıdır…

Cumhuriyet yarınların teminatı, geçmişin mirasıdır.

Cumhuriyet Çanakkale’dir, Sakarya’dır, Kocatepe’dir,

Doğu’nun sisli dağlarıdır,

Ankara’nın kurak bozkırları,

Karadeniz’in hırçın dalgaları,

Akdeniz’in yakıcı güneşidir…

Cumhuriyet Ege’de zeybektir, efedir!!

İstanbul’un Boğazı’dır…

Afyon’un haşhaşı, Adana’nın pamuğu, Konya’nın buğdayıdır,

Edirne’nin ayçiçeği, Rize’nin çay bahçesi, Bitlis’in tütünüdür,

Aydın’ın inciri, Malatya’nın kayısısı, Antalya’nın narenciyesidir,

Cumhuriyet üretimdir, fabrikalardır, savunma sanayidir…

Erzurum’dur, Sivas’tır, Samsun’dur…

Mücadeledir, kandır, gözyaşıdır…

Kundakta bebesiyle mermi taşıyan Şerife Bacı’dır, Sütçü İmam’dır, Gördesli Makbule’dir,

Yörük Ali Efe’dir, Kara Fatma’dır, Hasan Tahsin’dir…

Cumhuriyet Anadolu’dur, bacası tüten Yörük çadırıdır,

Çıplak ayaklı köy çocuklarıdır, 15’inde bu vatana feda olmuş kınalı kuzulardır…

Cumhuriyet ilimdir, irfandır, gelecektir…

Cumhuriyet ışıktır…

Bakmayın şimdilerde “cumhuriyetçilik” oynayanlara…

O kişiler için bile daha o dönemde Atatürk inanılmaz bir vizyonla aşağıdaki cümleleri kullanıyor:

"Gelecek nesillerin Türkiye'de Cumhuriyet'in ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye’nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tesbitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir." 1927 (Nutuk)

Bu ülkenin şimdi daha çok ihtiyacı var sana,

Durma sahip çık, koru, gözün gibi bak Cumhuriyetimize…

“Bunca kahramanın yanında ben neyim ki?” deme,

Esas kahraman aynaya baktığın zaman gördüğünde,

Cumhuriyet sende, senin içinde…

Sakın yılma, pes etme, sıkı sıkı sarıl,

ÇÜNKÜ, CUMHURİYET SENSİN ASLINDA…

 

 

** Bizlerin bugünleri yaşaması için gözünü kırpmadan mücadele eden tüm CUMHURİYET KAHRAMANLARINA saygı, sevgi ve minnetle şükranlarımı sunuyorum. Kutlu olsun 100. Cumhuriyet Yılımız…

 

16 Haziran 2023

BİR SEÇİMİN ANATOMİSİ

 


BİR SEÇİMİN ANATOMİSİ

 

Şöyle başlar Sokrates’in Savunması

“Atinalılar! beni suçlayanların üzerinizdeki tesirini bilemiyorum. Fakat sözleri o kadar kandırıcıydı ki, ben kendi hesabıma onları dinlerken az daha kim olduğumu unutuyordum. Böyle olmakla beraber, inanın doğru tek söz bile söylememişlerdir.”

Evet Kılıçdaroğlu çok çalıştı, çok ter döktü, çok uğraştı…

Ama olmadı!

Peki yanlış neredeydi?

Gelin hep birlikte bakalım…

Tüm Dünya’da insanların birincil önceliği güvenlik olmuştur.

Eğer siz bir sistemi değiştirmek istiyorsanız,

Mevcut sistemin artık halkı güvende tutamadığına,

Güvenli bir gelecek sunamadığına dair insanları ikna etmelisiniz.

İşte tam da bu noktada iktidarın söylemleriyle seçimin gidişatını belirlediğini hepimiz kabul edelim.

Tüm seçim dönemi boyunca AKP’li siyasetçiler LGBTİ+ konusunu defalarca gündeme taşıdılar.

Hepimiz “ne alaka?” dedik.

Meydanlarda, televizyon programlarında ve sosyal medyada laf dönüp dolaşıp LGBTİ+ konusuna geldi.

Ama asıl mesaj şuydu;

“Karşı taraf ahlaksız ve bu yüzden onların hiçbir dediğine güvenemezsiniz”

Halkın güvende olma duygusuna ilk darbe vurulmuştu, ama bunu hiç kimse okuyamadı.

Bu mesajı okuyamadığımız gibi toplumda CHP’ye karşı yıllardır süregelen bir ön yargı var.

2019 yerel seçiminde bu ön yargı azda olsa kırılmış olmasına rağmen,

Günümüzde hala daha CHP’ye oy vermenin “günah” olduğunu düşünen,

CHP’yi güvenlik tehdidi olarak gören hatırı sayılır sayıda insan var ülkemizde.

2016 yılında Yeni Akit’te yazdığı yazıda İbrahim Bektaş,

CHP’ye oy vermiş kişileri “tövbe etmeye” çağırıyordu.

Toplumda CHP’ye karşı oluşan bu önyargıları kırmak için minik dokunuşlar değil,

Tüm gücünüzle vurmanız gerekir.

Çünkü anahtarı bulamadıysanız prangaları dokunarak kırmanız mümkün değildir.

İktidar Kılıçdaroğlu’nun ahlaki karakterini karalamakla meşguldü.

Tüm bunlar olurken muhalefet kalp yapmaya, kucaklaşma, helalleşme söylemlerine devam etti.

Kılıçdaroğlu’nun ön yargılarla ilgili en önemli hamlesi “Alevi” başlıklı videosuydu.

115 milyondan fazla izlenerek bir rekor kırdı ancak önyargı zincirlerini kırmaya yetmedi.

Dedim ya az önce minik dokunuşlar değil, tüm gücünüzle vuracaksınız…

Ahlaki açıdan güvenilir bir insan olmadığını göstermek için Kılıçdaroğlu’nun PKK ile ilişkilendirildiğini gördük.

Bu noktada iktidarın temel taktiği Kılıçdaroğlu’nun Babala Tv yayınında da değindiği gibi,

“Goebbels Taktiği”dir.

Yani kısaca açıklamak gerekirse;

Bir bilgi ne kadar çok tekrar edilirse, o bilgiyle ne kadar sık karşılaşırsanız, o kadar doğruymuş gibi geliyor.

Tekrarın sıklığı arttıkça, doğruluk algısı da artıyor.

Eğitimde de böyledir aslında;

Montessori eğitimlerinde "temrinin tekrarı" tekniği vardır.

Her ne kadar eğitim süresince geçerli olsa da, ne kadar tekrar o kadar akılda kalma olayın gerçeği.

Kılıçdaroğlu’nun PKK ile ilişkilendirilmesi,

Montaj videoların yayınlanması,

İktidarın elinde tuttuğu medya kanalıyla bu algıyı her mecrada sürekli tekrar etmesi,

Bir süre sonra inkarın yetersizliğini ortaya koyuyor.

Bir noktadan sonra onu doğruluğu ispatlı, kesin bir şeymiş gibi düşünmeye başlıyorlar.

İddiayı ilk nerede duyduk, kimden duyduk, bize nasıl bir kanıt gösterildi, hepsini unutuluyor

O mesajın güvenilir olup olmadığına dair bütün ayrıntıları unutup,

Sadece mesajın içeriğini hatırladığımızda da, ne kadar saçma bir iddia olursa olsun inanma olasılığımız artıyor.

Kılıçdaroğlu karşıtı kampanyanın da ana stratejisi tam olarak buydu.

Ne yazık ki bununla da doğru taktikleri uygulayarak başedilemedi.

Ekonomik kriz, deprem ve diğer tüm konular rafa kalktı.

Tüm gündem Kılıçdaroğlu’nun PKK ile anlaştığı noktasına çekildi.

İktidar tek konu üzerinden gündem oluştururken,

Kılıçdaroğlu emekli ikramiyesi dedi, depremzedelere bedava ev dedi, staj mağdurları dedi,

Aile destek sigortası dedi, kalıcı yaz saati dedi, ekonomik kriz dedi, YÖK’ü kapatacağım dedi,

Parlamenter sisteme dönüş dedi, yolsuzlukla mücadele dedi, memur maaşları dedi,

Asgari ücret dedi, emekli maaşı dedi, Kızılay dedi, çiftçiye indirimli elektrik dedi,

Sıfır ÖTV dedi, gençlere oyun konsolu ve cep telefonu dedi, sığınmacı dedi…….

Bu liste uzar gider….

Oysa ki az içerik çok tekrar olsaydı, ve sık tekrarlansaydı Kılıçdaroğlu şu an Cumhurbaşkanımız olabilirdi.

Şimdi hitap ettiğiniz kitle “neyi nasıl anlatırsanız anlar” önce bunu tahlil etmek gerekir.

Türkiye’deki seçmen kitlesini tanımak dediğimizde o kitlenin derdini bilmek değil,

Değerlerine zarar vermeden çözüm yollarını anlatabilmek ve ikna etmek önemli.

OECD nin yaptığı araştırmaya göre;

Türkiye'de okuduğunu anlama ve basit problem çözme yeteneğine sahip olmayanların nüfus içindeki oranı yaklaşık %40

Bu oran Japonya'da %4, Finlandiya'da %6, Hollanda'da %8, İsveç, Danimarka ve Yeni Zelanda'da %9.

Siz bu kitleye sırtınızda LGBTİ+ ve PKK yükleriyle giderseniz,

Ve bunun üzerine 100 tane vaatte bulunursanız sonuç kaçınılmazdır….

Tüm seçim dönemi boyunca seçim çalışmasını ”CHP ve Kılıçdaroğlu gelirse ülke güvenliğinin tehlikeye düşeceği, ahlaksızlığın tırmanacağı” argümanı üzerine yoğunlaştıran AKP ve Tayyip Erdoğan sonucu istediği gibi şekillendirmiştir.

İnsanlar tehlike anında kurulu düzene sarılırlar.

Tıpkı Amerikan Başkanı George W. Bush’un görev onay oranının, 

Eylül 2001 civarında %52'yken, Ekim başında bir anda %90'a fırlaması gibi.

Peki bu artışın nedeni ne?

11 Eylül Saldırıları.

Aynısını ülkemizde de yaşadık.

7 Haziran 2015 seçimlerinde, AKP %40.9 oy almış fakat tek başına iktidar olacak kadar milletvekili çıkaramamıştır.

Ancak takip eden yaz günlerinde Suruç Saldırısı, “hendek operasyonları”, Ankara Garı Saldırısı gibi olaylar

Seçimden sonraki aylarda terörü bir numaralı gündem haline getirmiştir.

1 Kasım 2015'te yapılan seçimde AKP oylarını bir anda yaklaşık 8.5 puan arttırmış,

Tek başına yeniden iktidar olmuştur.

Yazının başında da belirttiğim gibi halkın birinci önceliği güvenlik duygusudur.

Ve ne yazık ki çok basit taktiksel hatalarla seçim kaybedilmiştir.

Tüm bu argümanların yanında vatandaşlık verilen yabancıların oy kullanması,

Sahte seçmenler, listelere küsen oy vermeyen seçmenler,

Özellikle İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz’de organize olamayan bir muhalefet,

Bazı seçim bölgelerinde görevli olmaması ve sandık güvenliğinde ki eksiklikler gibi birçok nedende

Seçimin beklenilen sonucu doğurmadığını bizlere gösterdi.

Gandhi; “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz”  der.

Bence haklı…

O yüzden artık önümüzdeki yerel seçimlere bakmalıyız.

Kişisel kanaatim şudur ki;

CHP’nin silkinip kendine gelmesi için belki de böyle bir sonuç gerekiyordu.

Çok üzüldüm, hala daha kendime gelebilmiş değilim ama bazen gerekiyor sanırım böyle darbeler.

Lenin de dediği gibi “yenilgi yılları, iyi bir okuldur”

Umarım bu okuldan mezun olmuşuzdur ve bu son yenilgimizdir.

Bir okun en uzaktaki hedefi vurmadan önce en dibe kadar çekilmesi gerekir.

Dipte olmak, büyük çıkışların temelidir.

Şimdi derin bir nefes alıp Atatürk’e sarılıyoruz.

O, 1919 yılında yola çıkmadan önce Havza’da ne demişti bize;

"Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız. Bizi öldürmek değil, canlı mezara koymak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir..."

KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...