22 Mart 2023

MORFİN

 


MORFİN

 

Yıl 1915

Savaş tüm korkunçluğuyla devam ederken en çok ihtiyaç duyulan şey “morfin”

Herkese lazım, acılar dayanılmaz, inlemelerin ardı arkası kesilmiyor…

Ama morfin sınırlı sayıda var ve yaralar hep ağır…

Sıhhiye çadırlarının önündeki doktorlar ellerinde şırınga ile bekliyorlar.

Gelen yaralıların durumunu kontrol ediyorlar.

Eğer ameliyat ile kurtulabilecek durumda ise morfini yapıp, ameliyathaneye gönderiyorlar.

Kurtulamayacak durumda olanları ise “kaldırın bunu” diyerek açık alana alıyorlar.

Morfin kıymetli, zaman dar, imkan yok…

Yine böyle yoğun çatışmaların yaşandığı bir gün.

Askeri Dr. Salih Dörtbudak anlatıyor;

“Sadece Anafartalar-Arıburnu hattında 06-22 Ağustos 1915′de 18.000 şehit verdik.

En az 30-40 bin yaralımız oldu.

Sahra hastanelerinde doktorlar günlerce uykusuz yaralılara hizmet veriyorlardı.

Böyle bir hücum gününde tezkereciler hiç durmadan yaralı taşıyor, doktorlar sadece yaraları sarabiliyorlardı.

Tam işin en yoğun olduğu sırada kapıda bekleyen doktorun önüne gencecik bir vatan evladı yatırdılar.

Bir ayağı kopmak üzere ve bağırsaklar dışarıda.

Sıhhiyecilere “kaldırın bunu!” derken genç çocuk “Baba!” diye seslendi.

Ben ve öteki doktorlar, duyduğumuz bu ses karşısında öylece kaldık.

Taş kesilmişcesine duran arkadaşımıza baktık.

Arkadaşımız elinde şırıngayla sedyedeki oğluna baktı.

Çaresizlik içinde oğlunun kanlı yüzünü sildi, onu öptü ve sedyecilere seslendi:

“Bunu gölge bir yere kaldırın!!!”

Görevi bittiğinde oğlunun yanına gider Doktor,

Oğlunun cansız bedenine sarılır, ağlar;  

“Affet oğlum o senin hakkın değildi” der.

Bu Askeri Doktor Tarık Nusret’in gerçek hikayesi…

Her gün onlarca defa söylediği sözde, oğlu için istediği tek ayrıcalık gölge bir yerdir!

Bu vatan hakkı olmadığını düşündüğü için tek bir morfini bile oğlundan esirgeyen kahramanlar tarafından kurtarılmıştır.

Ecdadımızda böyle hakkaniyetli, böyle ilkeli, böyle dürüst insanlar varken,

İşinin hakkını hiçbir şey gözetmeden, hiçbir kayırma yapmadan,

Sadece vatan sevdası için yapan güzel insanlar varken,

Liyakat ve ehliyet sahibi olmayan kişiler nasıl üst makamlara atanabiliyor?

Hakları olmadığı halde hala o koltuklarda niye oturmaktadırlar?

Böyle bir hakkı kendilerinde nasıl görmektedirler?

Dahası işe gitmediği, hak etmediği halde maaş alanlar nasıl o paraya ellerini sürmektedirler?

Bu yüzsüzlük karşısında insanın gerçekten nutku tutuluyor.

Sayın iktidarımızın “kayırmacılık” konusunda kimse eline su dökemez.

Gözümüze sokarak birilerinin eşleri, çocukları, yeğenleri, kardeşleri en kaymaklı makamlara oturtuldu.

Onlarca üniversite mezunu, konun ehli insan beklerken,

Atandığı kurum hakkında en ufak tecrübesi dahi olmayan insanlar bu ülkede müdür oldu.

Biz kayırmacılıkla bir bakanın aile eşrafını komple devlete yerleştirdiğini gördük kardeşim!

Daha ne anlatayım sana…  

Ölüm döşeğindeki oğluna hakkı olmadığını düşündüğü için morfini vermeyen Doktor Tarık Nusret’ten,

Adam kayırarak atanan ve “hakları olmayan maaşları” her ay alan yöneticilere…

Bizim ecdadımız Doktor Tarık Nusret de, sizin ecdadınız kimdir ağalar?

Hele bir deyiverin bakalım bu haksızlık, hukuksuzluk size kimlerden geçmiştir???

 

 

  

 

YANMAK NASIL BİR ŞEY ANNE?

 


YANMAK NASIL BİR ŞEY ANNE?

 

Sanırım akşam üzeriydi tam hatırlamıyorum.

Yaşım 11.

Tabi 90’larda sokakta oynayabiliyoruz.

Yaz tatilinin o sıcağında sokaktan eve gelmiştim su içmek için.

Televizyon açık, tek kanallı dönemler,

TRT 1'de haberler vardı.

Şöyle göz ucuyla baktım.

Annem mutfakta bir yandan yemek hazırlıyor, bir yandan da televizyona söyleniyordu.

“Yobazlar, Allah kahretsin sizi” gibi cümleler mırıldanıyordu.

Sinirli, gözleri dolu dolu…

Annemi öyle görünce merak edip televizyona daha dikkatli baktım.

Ekranda yanan bir yer vardı,

Slogan atan koca koca adamlar, sakallı şalvarlı daha önce hiç görmediğim tipte insanlar,

 

Polis, asker, itfaiye...

 

Daha önce hiç o kadar büyük alev görmediğimden mi,

 

Yoksa annemi öyle gördüğümden mi bilmiyorum?

 

Çok etkilendim…

 

O gün su içmek için girdiğim evimde, su içemedim.

 

Çocuk zihnimde hep aynı soru yankılandı ama hiç soramadım anneme:

 

YANMAK NASIL BİR ŞEY ANNE?

 

Geceleri hep o sahneyi gördüm rüyamda, kulaklarımda hep o sesler…

 

10 yaşlarında bir çocuğun zihninde böyle yer etmişti Madımak Oteli.


Yaşım küçüktü o an anlamadım, büyüdükçe öğrendim...


Yanan aslında bir otel değil, Türkiye'nin Aydınlarıydı.


Yanan; insanlıktı, hoşgörüsüzlüktü, bizi biz yapan değerlerdi... 


Bizi yakan Temmuz sıcağı değil, Madımak'ın ateşiydi...


Bende o görüntüleri izleyen çoğu çocuk gibi aynı şeyi söylüyorum:

 

#unutMADIMAKlımda

KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...