MORFİN
Yıl 1915
Savaş tüm korkunçluğuyla devam ederken en çok ihtiyaç
duyulan şey “morfin”
Herkese lazım, acılar dayanılmaz, inlemelerin ardı arkası
kesilmiyor…
Ama morfin sınırlı sayıda var ve yaralar hep ağır…
Sıhhiye çadırlarının önündeki doktorlar ellerinde şırınga
ile bekliyorlar.
Gelen yaralıların durumunu kontrol ediyorlar.
Eğer ameliyat ile kurtulabilecek durumda ise morfini yapıp,
ameliyathaneye gönderiyorlar.
Kurtulamayacak durumda olanları ise “kaldırın bunu” diyerek açık alana alıyorlar.
Morfin kıymetli, zaman dar, imkan yok…
Yine böyle yoğun çatışmaların yaşandığı bir gün.
Askeri Dr. Salih Dörtbudak anlatıyor;
“Sadece Anafartalar-Arıburnu hattında 06-22 Ağustos 1915′de
18.000 şehit verdik.
En az 30-40 bin yaralımız oldu.
Sahra hastanelerinde doktorlar günlerce uykusuz yaralılara
hizmet veriyorlardı.
Böyle bir hücum gününde tezkereciler hiç durmadan yaralı
taşıyor, doktorlar sadece yaraları sarabiliyorlardı.
Tam işin en yoğun olduğu sırada kapıda bekleyen doktorun önüne
gencecik bir vatan evladı yatırdılar.
Bir ayağı kopmak üzere ve bağırsaklar dışarıda.
Sıhhiyecilere “kaldırın
bunu!” derken genç çocuk “Baba!”
diye seslendi.
Ben ve öteki doktorlar, duyduğumuz bu ses karşısında öylece
kaldık.
Taş kesilmişcesine duran arkadaşımıza baktık.
Arkadaşımız elinde şırıngayla sedyedeki oğluna baktı.
Çaresizlik içinde oğlunun kanlı yüzünü sildi, onu öptü ve
sedyecilere seslendi:
“Bunu gölge bir yere
kaldırın!!!”
Görevi bittiğinde oğlunun yanına gider Doktor,
Oğlunun cansız bedenine sarılır, ağlar;
“Affet oğlum o senin hakkın değildi” der.
Bu Askeri Doktor Tarık Nusret’in gerçek hikayesi…
Her gün onlarca defa söylediği sözde, oğlu için istediği tek
ayrıcalık gölge bir yerdir!
Bu vatan hakkı olmadığını düşündüğü için tek bir morfini
bile oğlundan esirgeyen kahramanlar tarafından kurtarılmıştır.
Ecdadımızda böyle hakkaniyetli, böyle ilkeli, böyle dürüst
insanlar varken,
İşinin hakkını hiçbir şey gözetmeden, hiçbir kayırma
yapmadan,
Sadece vatan sevdası için yapan güzel insanlar varken,
Liyakat ve ehliyet sahibi olmayan kişiler nasıl üst
makamlara atanabiliyor?
Hakları olmadığı halde hala o koltuklarda niye oturmaktadırlar?
Böyle bir hakkı kendilerinde nasıl görmektedirler?
Dahası işe gitmediği, hak etmediği halde maaş alanlar nasıl
o paraya ellerini sürmektedirler?
Bu yüzsüzlük karşısında insanın gerçekten nutku tutuluyor.
Sayın iktidarımızın “kayırmacılık”
konusunda kimse eline su dökemez.
Gözümüze sokarak birilerinin eşleri, çocukları, yeğenleri,
kardeşleri en kaymaklı makamlara oturtuldu.
Onlarca üniversite mezunu, konun ehli insan beklerken,
Atandığı kurum hakkında en ufak tecrübesi dahi olmayan
insanlar bu ülkede müdür oldu.
Biz kayırmacılıkla bir bakanın aile eşrafını komple devlete
yerleştirdiğini gördük kardeşim!
Daha ne anlatayım sana…
Ölüm döşeğindeki oğluna hakkı olmadığını düşündüğü için
morfini vermeyen Doktor Tarık Nusret’ten,
Adam kayırarak atanan ve “hakları olmayan maaşları” her ay
alan yöneticilere…
Bizim ecdadımız Doktor Tarık Nusret de, sizin ecdadınız
kimdir ağalar?
Hele bir deyiverin bakalım bu haksızlık, hukuksuzluk size
kimlerden geçmiştir???
