23 Mart 2023

"BU BAYRAMLAR VE YARINLAR SİZİNDİR, GÜLE GÜLE..."

 


“BU BAYRAMLAR VE YARINLAR SİZİNDİR, GÜLE GÜLE…”

 

Bütün arzusu Ankara'ya gitmek, Cumhuriyet'in on beşinci yıl dönümü töreninde bulunmak, Ordusu ve milleti ile son defa karşılaşmaktı.

Hatta stadyum merdivenlerini çıkmaktan kurtulması için acele olarak bir asansör de yaptırılmıştı.

“Ne olacaksam orada olayım” diyen Atatürk doktorlara, “Bütün mesuliyet benimdir. Ankara’ya mutlaka gideceğim” demişti, ama artık yatağından bile kalkamamaktaydı.

Ancak doktorların izin vermeyeceğini, kendisinin de törenlere katılabilecek kudrette olmadığını anladığı vakit dudaklarını bükerek:

“Bu zayıf halimle Ankara' ya gitmekte bir fayda görmüyorum. Gidersem hiç kimsenin yardımı olmadan hiç olmazsa otomobile kadar yürüyebilmeli, arkadaşlarımla selamlaşabilmeliyim, bunları yapamayacağımı anlıyorum” demişti.

Fakat o durumda iken bile dil çalışmalarını yakından takip ediyor,

Yılbaşı nutkunun hazırlanması işine yardım ediyordu:

“Büyük komutaya, şimdiye kadar olduğu gibi, bütün işlerinde başarılar dilerim ” cümlesi Meclis’ e devlet reisi sıfatı ile son sözü olmuştu.

Cumhuriyet Bayramı gecesi…

Boğaziçi vapurlarından birini tutan gençler, Dolmabahçe Sarayı'nın rıhtımına yaklaşmışlar, haykırışıyorlardı.

Atatürk “Çocuklarımı görmek istiyorum. Buraya kadar gelmişler, hiç değilse onlara el sallamalıyım, beni pencereye götürün!” emrini verdi.

Doktor Neşet Ömer “Fakat Paşam…” diyecek oldu, Atatürk doktorun itirazına sertçe yanıt verdi: “Nedir fakat?” Doktor sustu.

Salih Bozok hemen pencere önüne bir koltuk koydu.

Atatürk kesik kesik konuşarak pencereye gitmek istediğini anlattı. Kollarına girdiler. 

Pencere kenarındaki koltuğa oturdu.

Vapurda bir kıyamettir koptu.

Gençler hep bir ağızdan “Dağ başını duman almış - Gümüş Dere Durmaz Akar”, türküsünü söylüyorlardı.

Atatürk mırıldandı:

“Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle…” dedi ve gözyaşları ile yatağına döndü.

Bu O’nun evlatlarına son vedasıydı.

İyileşeceğine dair umudu hep vardı aslında.

Odasında asılı olan "Dört Mevsim" isimli tabloyu çok severdi.

Sıkıntılı, ateşli koma gecelerinin sabahında gözlerini açtığında bu tabloyla karşılaşır,

Bu tabloya bakınca memleketin 4 köşesini görebildiğini söylerdi.

Hastalığının son evrelerinde yanına Afet İnan'ı alıp,

Gözlerini tabloya dikince dudaklarından su sözcükler dökülürdü:

"Gidelim Afet... Bir orman kenarına gidelim. Her şeyi bırakalım.

Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda... Evet... Evet...

Hemen çekip gidelim ormanlara...

Hele ben bir iyi olayım da..."

Ama olmadı…

Şimdi bize bıraktığı ışıkla, umutla ve güçle Onu yaşatmaya devam etme zamanı.

İçinde bulunduğumuz durum ne kadar zor olursa olsun,

İnandığımız değerlere, Ata’mızın devrimlerine sahip çıkma sırası bizde.

Evet, Onu kaybettik ve bir yanımız eksik…

Ama unutma! Atatürk sadece beden olarak aramızdan ayrıldı.

Biz ise Onu yaşatmaya devam edeceğiz…

Sabah uyandığında gördüğün gökyüzünün derin huzurunda Onun inanmışlığını,

Dört yanı saran dağlarda yüreğinin yüceliğini,

Ege’de, Akdeniz’de, Karadeniz’de gördüğün mavilikte şimşek bakışlarındaki kararlılığı,

Parklarda oynayan çocuklarda Onun geleceğe olan inancını,

Bir üniversitenin mezuniyet töreninde gördüğün coşkuda sana bıraktığı emaneti,

Kısacası yaşamın içinde gördüğün her şeyde Onu yaşatacaksın!

Fikirlerini, ideallerini, inançlarını, sana emanet ettiği her şeyi sen yaşatacaksın…

O Gazi Mustafa Kemal Atatürk…

Ve ben Onunla büyüdüm.

Onu okudum, Onu izledim, Onu benimsedim...

Yokluğunda hep fikirlerine sarıldım.

Çıkmazlarda kendime hep aynısını söylerim;

“ATATÜRK GİBİ DÜŞÜN”

Şimdi sende öyle yap güzel kardeşim,

Ülkenin çıkmazlarında Atatürk gibi düşün ve Ona sarıl…

Hem hatırla ne demişti bize;

“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal...

İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir!

O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur.

Ben, onların rüyasını temsil ediyorum.

Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.

O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz.

Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!”

Haydi şimdi toparlan…

Yolumuz uzun, zor ve yorucu olacak.

Sahip çıkılacak bir Cumhuriyet, yerine getirilecek hedefler ve devrimler bizi bekler…

ÖĞRETMEN

 



ÖĞRETMEN

Şemsi Efendi,

 Atatürk’ün ilk öğretmeniydi.

Eğitim tarihimizde yeni pedagojik yöntem ve uygulamaları ilk deneyenlerdendir.

Öğrencileri, bir üst düzeyde okul olan Rüştiyedeki öğrencilerden daha bilgili yetişiyorlardı.

Atatürk’ün dinde bağnazlığa karşı görüşlerinde,

Yenilikçi fikirlerinde, disiplin duygularının gelişmesinde

Şemsi Efendi’nin öğretim ve uygulamalarının şüphesiz payı vardır.

Yüzbaşı Mustafa Bey,

Atatürk’ün, Selanik Askerî Rüştiyesinde Matematik öğretmeniydi.

Öğrencisinin yeteneklerini sezip O’na “Kemal” adını takmıştı.

Bu şekilde O’nun kendisinden ve arkadaşlarından farklı ve üstün durumunu tesbit etmiş,

O’na, daha iyiye, daha güzele doğru gitmek için sürekli bir teşvik nedeni sağlamıştı.

Bu çok önemli tarihî olayı,

Mustafa Kemal Atatürk’ü sürekli, daha büyük başarı ve faziletler peşinde koşmaya iten

Bir destek olarak değerlendirmek gerekir.

Yüzbaşı Nakiyüddin Bey,

Askerî Rüştiyede Fransızca öğretmeniydi

Atatürk’e “geleceğe ilişkin ilk fikirleri” vermişti.

Mehmet Asım Efendi,

Manastır Askerî İdadisinde Kitabet öğretmeniydi.

Öğrencisinin askerliğe biraz ters düşen edebiyata fazla kapılmasını engellemiştir.

Topçu Kolağası Mehmet Tevfik Bey,

Askerî İdadîde Tarih öğretmeni

Atatürk’te tarih sevgisi oluşturmuş, O’na tarih alanında yeni ufuklar açmıştı.

Harp Okulundaki başlıca öğretmenleri,

Fransızca öğretmeni Necip Asım Bey,

Talim öğretmeni Rahmi Paşa ve onun maiyetindeki Yüzbaşı Naci Bey.

Harp Akademisindeki başlıca öğretmenleri;

Eski Osmanlı Seferleri öğretmeni Ahmet Muhtar Paşa,

Napoleon Savaşları öğretmeni Kurmay Binbaşı Refik Bey,

Yüksek Matematik öğretmeni Kurmay Yarbay Macit Bey,

Tabiye öğretmeni Kurmay Yarbay Nuri Bey...

Harp Okulu ve Akademisindeki öğretmenleri

Atatürk’ün özellikle askerlik bilgilerini genişletmesinde etkili olmuşlardı.

Vatan savunmasına sıra geldiğinde bu eli öpülesi öğretmenlere,

Yarattıkları o eşsiz lider bir vatan hediye etti…

22 Eylül 1924 günü Samsun’da “nereden esin ve kuvvet aldığı” yolunda yöneltilen bir soruya,

“Uyanışı düne borçlu olduğumuzu” belirterek şöyle demiştir:

“Diyebilirim ki bugünkü uyanışı düne, geçmişe borçluyuz. Herhalde babalarımızın, analarımızın, eğitimcilerimizin ruh ve zihinlerimizin gelişmesinde verimli etkileri vardır… Şimdi burada büyük bir kişiye rastladım. O, benim ortaokul birinci sınıfta öğretmenim idi. Bana henüz ilk bilgileri öğretirken gelecek için ilk düşünceleri de vermişti. Açıklamak istiyorum ki ilk esin, ana baba kucağından, sonra okuldaki öğretmenin dilinden, vicdanından, eğitiminden alınır.’’

****

14 Mayıs 1919

İzmir’in esaretten önceki son gecesi,

Karanlık, puslu, boğucu bir hava…

Mekteb-i Sultani (İzmir Atatürk Lisesi) Edebiyat öğretmeniydi,

Kurtuluş fişeğini patlatmak için telgrafın başında bekliyordu.

Parmaklarının arasında tuttuğu şifreli mesajı okudu,

“Vakit tamam” dedi…

Kendisi gibi vatanseverlere haber saldı:

“Mektepte buluşalım!!!”

O söyledi diğerleri yazdı,

Milli mücadelenin ilk direniş bildirisi yazıldı,

İvedilikle öğrencileri tarafından tüm İzmir’e dağıtıldı…

“Ey bedbaht Türk!

Hakkın gaspediliyor, namusuna saldırılıyor” diye başlıyor,

“Acı duymak fayda etmez,

Çağrımıza uy, Maşatlık’a koş” diye bitiyordu…

Bugün Bahribaba Parkı olarak bilinen yerde mahşeri kalabalık vardı,

İlk Hasan Tahsin konuştu;

Konuşmasını “Boyun eğmeyeceğiz!” diyerek bitirdi ve indi kürsüden…

Üzerinde siyah takım elbise, başında kalpakla kürsüye geldi,

Öğretmen Mustafa Necati Bey!!!

Daha 25 yaşındaydı, Doğma büyüme İzmir’liydi…

“Vatan ordusuna iltihaka hazırlanınız” dedi,

“Teslim olmayacağız” diyerek kürsüden indi…

İşgal bitti, Cumhuriyet ilan edildi.

Milli eğitim bakanı oldu.

Yaptığı sayısız devrim ve yenilikle Türkiye Cumhuriyeti’nde Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte

Eğitime en büyük gelişmeyi kaydettiren insan Mustafa Necati Bey’di.

Bu yenilikler arasında çıkardığı kanunla öğretmenlerin haklarını genişletmek,

“Maarif hizmetinde asıl olan öğretmenliktir” hükmü ile öğretmenliğin itibarını arttırmak en dikkat çekenidir.

1 Ocak 1929’da, harf inkılabının yaygınlaşması amacıyla,

Millet mekteplerinin açıldığı günde apandisitinin patlaması ile hayatını kaybetti.

Henüz 35 yaşındaydı.

Ülkemiz için birçok alanda çok büyük işler yapan bu güzel insanın ölümü

Ulu önderimiz Atatürk’ü ağlatmayı başaran nadir olaylardan biri olmuştu.

***

“ULUSLARI KURTARACAK OLANLAR YALNIZ VE ANCAK ÖĞRETMENLERDİR”


KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...