23 Mart 2023

ÇOK SATANLARDA BUGÜN


 

ÇOK SATANLARDA BUGÜN

 

Atatürk kurtuluş mücadelesi için Ankara’ya geldi.

Yanında silah arkadaşları ve Kuvayı Milliyecilerle Ziraat Mektebine yerleşti.

Askerlikten istifa ettiği için sadece biriktirebildiği 800 lirası vardı,

Ama artık oda tükenmişti.

Zübeyde annemizin bilezikleri biraz rahatlatmıştı ama,

Sonuçta bir kaç güne o da bitti.

Günlük öğün sadece bulgur pilavıydı, ekmek almak için fırına ödenecek para bile kalmamıştı.

Bankalardan borç almayı reddediyordu.

Özel Kalem Müdürü Mazhar Bey kürklü paltosunu sattı.

Bir kaç gün idare edebileceklerdi.

Mazhar Bey bu kötü günlerde odasında otururken kapı çaldı,

Asker, müftü efendinin geldiğini söyledi.

Buyur ettiler ama kahve yapacak şeker ve ikram edilecek sigara yoktu.

Mazhar Bey sade Türk kahvesi teklif etti,

Börekçizade Rıfat Efendi durumu bildiği için nazik bir şekilde “çok kalmayacağım” diyerek reddetti.

Ceketinin iç cebinden bir mendil çıkardı.

İçinde 1200 lira vardı.

Karısının ve kendisinin kefen parasıydı.

Vatan toprağı için kullanılmayacaksa, neye yarardı ki kefen parası?

Mahzar Bey utana sıkıla kabul etti, kapıya kadar hiç konuşmadan yürüdüler…

İkisinin içinde de tarifsiz bir huzur ve gurur vardı…

Tüm yurt işgal altındaydı.

Sanmayın ki her yerde top tüfek savaş vardı.

Bu işgalin topla tüfekle alakası yoktu.

Birinci Dünya Savaşı’nda 15 lira ile geçinen aileler,

İşgal döneminde 180 lirayla geçinemez hale gelmişti.

Enflasyon şahlanmıştı, her şey zamlanmıştı.

Tarımsal üretim neredeyse yoktu,

Amerikan unu, İngiliz pirinci satılıyordu.

Bizim ürettiğimiz hiç bir şey piyasada yoktu.

Gümrük Kanunu Saray tarafından lağvedildi.

Yurtdışından getirilen mallara vergi sıfırlanmıştı.

Bu sayede ekonomik işgalin önü sonuna kadar açıldı.

Aklınıza gelebilecek “yerli ve milli” dediğiniz ne varsa,

Fabrikalar, kömür madenleri, buğday tarlaları, pamuk ovaları, pancar tarlaları…

Hepsi Saray idaresi tarafından bir bir yabancı işgalcilere altın tepside sunuldu.

Vatan topraklarını işgalcilere açmakta sakınca görmeyen saray idaresine sesi çıkmayan zihniyet,

Kadınların saçının teli açılsa kıyameti koparıyordu…

Tüm bunlar yetmiyor gibi Saray idaresi emlak fermanı çıkardı.

Boğaziçi kıyılarından yabancıların arazi satın almasına izin verildi.

Dedim ya az önce top tüfeğe ne hacet,

Paran varsa toprak senindir…

Tüm bunlar yaşandığında yıl 1919 du.

Osmanlı Saray idaresi tam anlamıyla teslim olmuş, ülke adeta kapanın elinde kalıyordu.

İşgalden çok önce parçalanmanın ve ekonomik teslimiyetin başladığı yıllarda,

Sultan 2. Abdülhamit;

“Vatan, insanların ayaklarının bastığı yerdir. Onun uğrunda ölmeyi anlamıyorum. Bu kadar insanın vatan için birbirini boğazlaması iyi şey değil” diyordu.

Bu zihniyete ne anlatsanız boştu aslında.

Böyle bir düşünceye sahip yöneticiler,

Vatanın kutsallığını bilmediği için,

Mendil satar gibi vatan toprağı satabiliyordu…

“Tarihimizi inceleyiniz. Türk’ün çektiği bütün felaketler, karşılaştığı tehlikeler ve kötülükler hep kendi öz benliğini, milli varlığını ihmal ederek, nereden geldiklerini ve ne olduklarını, hangi nesle ait bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine yönetici tanıyarak onların bilinçsiz bir aracı olmak durumuna düşmüş olmasıdır.”

Tüm bu süreçleri yaşayan Ulu Önder Atatürk böyle diyordu.

Zaman geçti 1990’lar ve 2000’li yıllara geldik.

Bir şey değişti mi derseniz bence değişmedi.

Ekim 1994'te özelleştirme işlerini yürütmek üzere kurulmuş olan,

Kamu Ortaklığı İdaresi'nin Başkanı Tezcan Yaramancı,

Anayasa Mahkemesi'nin oybirliği ile verdiği iptal kararını hiçe sayarak,

Ereğli Demir Çelik Fabrikalarının hisselerinin %51,66'sını,

"Kaça satarsanız satın, kabul ediyoruz" kaydıyla bir İngiliz firmasına devretti.

Bu yasadışı satışı gerçekleştirmek üzere, hisse senetleri çantasında,

İngiltere'ye uçmadan önce havaalanında gazetecilere konuşan Tezcan Yaramancı,

"Anayasa Mahkemesi kararları bizi bağlamaz!" diyerek, açıktan meydan okuyordu.

DYP-SHP koalisyon hükümetinin başbakanı Tansu Çiller, özelleştirmeyi nasıl uygulayacaklarını halka şöyle anlatıyordu;

"Ya olacak, ya olacak."

Çiller'in sağ kolu Necmettin Cevheri'nin üslubu ise şöyleydi;

"Kellemiz gitse de özelleştirme yapılacak."

Türkiye'nin en büyük işverenlerinden biri olan Sakıp Sabancı,

İstanbul Sanayi Odası'nda yaptığı ve televizyondan yayınlanan konuşmasında

Masayı yumruklayarak şöyle haykırıyordu;

"Devlet fabrikaları (KİT’ler) canavardır, özelleştirmeye karşı çıkan da vatan hainidir!”

Avustralya gezisine çıkmadan hemen önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan;

“Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim” dedi mikrofonlara.

AKP’nin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan:

“Kâr edeni de zarar edeni de satacağız! Devlet sanayici olmaz. Yakında SÜMERBANK tarihten siliniyor. Elinde bir şey kalmadığı gibi ismini de kaldırıyoruz. SEKA, stratejik yer imiş! Ne stratejisi, önemli olan müşteri bulmak. Müşteri gece gelse, pijamayla çıkıp karşılarım. Seviyorum ben bu işleri arkadaş. TEKEL’i Babalar gibi satarız! TÜPRAŞ’ı Ruslara satar mısın, diyorlar. Satarım arkadaş.”

Günümüze bakıyoruz,

Ankara’yı parsel parsel yasadışı terör örgütlerine sattılar.

İstanbul’da arsalar, limanlar, borsadan hisseler ve daha neler neler,

Halen Katar Katar satılmaya devam ediyor.

Ne diyeyim arkadaş ben size?

Börekçizade Rifat Efendi ve eşinin kefen parası,

Özel Kalem Müdürü Mazhar Bey’in kürklü paltosu,

Zübeyde annemizin bilezikleri,

Atatürk’ün tüm birikimi...

Bunların hepsi bir vatan etti de, sizin sata sata bitiremedikleriniz sizi adam edemedi….

NESİN

 


NESİN

 

“1934 yılında soyadı kanunu çıktı.

Herkes kendisine soyadını kendi seçtiği için,

İnsanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı.

Dünyanın en cimrileri ‘eli açık’,

Dünyanın en korkakları ‘yürekli’,

Dünyanın en tembelleri ‘çalışkan’ gibi soy adları aldılar.

Her türlü yağmada hep sona kaldığım için,

Soyadı yağmasında da hep sona kaldım.

Bana ortada böbürleneceğim bir soyadı kalmadığından,

Kendime ‘Nesin’ soyadını aldım.

Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça, ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”

Saygıyla andığım büyük üstad sevgili Aziz NESİN’in soyadı hikayesi böyleydi işte…

En vurucu noktası ise son cümlesi,

“Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça, ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”

Peki sen NESİN?

Acaba aynaya bakıp bu soruyu soruyor mudur Boğaziçi Üniversitesi’nin istenmeyen rektörü…

“Eyy Melih Bulu, sen nesin ki? Sen bu makamı hak edecek ne yaptın ki”

Bu soruları sormuş mudur acaba kendisine?

Doktora tezinde intihal yaptığı kanıtlanmış bir rektör gençlerimize ne verebilir?

Adının önündeki ünvanı bile çalıntı yollarla almış biri!

Melih Bulu’yu hep böyle hatırlayacağız…

Usulsüz bir şekilde atanmış olmasını geçtim,

Akademik yeterliliği de Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olmasına yetmiyor…

Diyelim ki her şeyi tam ama zaten kendisinde etik yetersizliği var,

İnsan hak etmediği bir makamda, istenmediğini bildiği halde,

Ülkeyi yangın yerine çevirmek pahasına oturmaya devam eder mi?

Sadece Melih Bulu değil ki hak etmediği makama oturan…

Daha önce hayvanat bahçesi müdürü Mustafa Sancar’ın Tübitak’a müdür yardımcısı olduğunu,

Milli güreşçi Hamza Yerlikaya’nın Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve Cumhurbaşkanı danışmanı olduğunu,

RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in Halkbank Yönetim Kurulu üyeliğine atandığını,

İnşaat Mühendisi Erkan Kandemir'in Sağlık Bakanlığı Bakan Yardımcılığı görevine getirildiğini,

Güreş hakemi, Su Ürünleri Hal Müdür Yardımcısı ve aynı zamanda zabıtalık yapmış olan,

Şevket Demirkaya’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne atandığını,

Sivil Savunma Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı,

Ulaştırma Bakanlığı Bakan Danışmanlığı görevlerinde bulunan ve

PTT Genel Müdürü olan Osman Tural’ın Danıştay üyeliğine atandığını,

Genelkurmay'da Muharebe Başçavuşu olarak görevini yürüten ve

MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın devre arkadaşı olan Gülabi Eryaman’ın ise

Kürtçe yayın yapan TRT 6'nın Haber Müdürlüğü'ne getirildiğini,

Bankacılıkla uzaktan yakından alakası olmadığı halde,

Eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkanı olduğunu,

Eski Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’un Yönetim Kurulu Üyeliği’ne atandığını,

Eski İBB Başkanı Mevlüt Uysal’ın Halkbank Yönetim Kurulu Üyeliği'ne seçildiğini,

Damat Berat Albayrak’ın hiçbir vasfı olmadığı halde Bakan yapıldığını,

Sümeyye Erdoğan’ın Babasına danışman olarak atandığını,

Ve daha bir sürü liyakatsız atamayla ülke yönettiklerine şahit olduk.

Melih Bulu’yu bu kadar protestoya maruz bırakan ise,

Dayatma ve Boğaziçi’nin teamüllerine ters düşmesidir.

Boğaziçi, ODTÜ gibi üniversitelerimiz belli duruşu olan kurumlar.

Buralara tepeden inme atamalar yaparsanız, böyle bir tepkiyle karşılaşmanız normal.

Oradaki gençler YKS de ilk 400-500 e giren zeki çocuklar,

Belki de ülkenin gelecekteki yüz akları hepsi.

Birkaç yıl sonra isimlerinden övgüyle bahsedeceğiniz gençleriyerlerde sürüklediniz.

Evlerine gece baskınları düzenleyerek “terörist” damgası vurdunuz…

İnanın artık çok sıkıldık sizinle aynı görüşte olmayanlara “terörist” yaftası yapıştırmanızdan.

Boğaziçi Direnişine destek verdikleri için bugüne dek 600’e yakın genç gözaltına alındı,

20 küsur genç ev hapsinde,

8 tane genç tutuklandı…

Kadınları öldüren 293 erkekten sadece 66’sını tutuklayabilen adalet mekanizması,

Haksızlığa direnen gençler üzerinde maşallah çok iyi işlemiş.

Az kalsın ülkede eksikliği görülen hukuk ve iletişim konularını,

Boğaziçi’ndeki zeki gençlerin çözebileceğini düşündüğünüz için,

Gece yarısı kararnamesiyle Boğaziçi’ne bu fakülteleri açtığınızı düşünecektim…

Meğer siz desteksiz rektörünüze destek yaratmak için yapmışsınız.

Hay Allah nasıl da düşünemedik biz bunu?

Melih Bulu’nun bu yanlıştan kendi rızasıyla dönmesi kendisi için çok önemli,

Çünkü bundan yıllar sonra Melih Bulu’nun torunları Google’da dedelerinin isimini arattığında,

İsminin karşısında “intihal” kelimesi yerine, “kahraman” kelimesini görmesi çok önemli…

Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi;

İki insan çeşidi vardır: Zaman geçtikçe hatalarıyla yüzleşen, zaman geçtikçe yüzsüzleşen.

Zaman geçtikçe yüzsüzleşen olmamak için,

İnsanın aynaya bakıp kendisine sorması gereken en önemli soru: “NESİN?”

KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...