ÇOK SATANLARDA BUGÜN
Atatürk kurtuluş mücadelesi için Ankara’ya geldi.
Yanında silah arkadaşları ve Kuvayı Milliyecilerle Ziraat
Mektebine yerleşti.
Askerlikten istifa ettiği için sadece
biriktirebildiği 800 lirası vardı,
Ama artık oda tükenmişti.
Zübeyde annemizin bilezikleri biraz rahatlatmıştı ama,
Sonuçta bir kaç güne o da bitti.
Günlük öğün sadece bulgur pilavıydı, ekmek almak için fırına
ödenecek para bile kalmamıştı.
Bankalardan borç almayı reddediyordu.
Özel Kalem Müdürü Mazhar Bey kürklü paltosunu sattı.
Bir kaç gün idare edebileceklerdi.
Mazhar Bey bu kötü günlerde odasında otururken kapı çaldı,
Asker, müftü efendinin geldiğini söyledi.
Buyur ettiler ama kahve yapacak şeker ve ikram edilecek
sigara yoktu.
Mazhar Bey sade Türk kahvesi teklif etti,
Börekçizade Rıfat Efendi durumu bildiği için nazik bir
şekilde “çok kalmayacağım” diyerek reddetti.
Ceketinin iç cebinden bir mendil çıkardı.
İçinde 1200 lira vardı.
Karısının ve kendisinin kefen parasıydı.
Vatan toprağı için kullanılmayacaksa, neye yarardı ki kefen
parası?
Mahzar Bey utana sıkıla kabul etti, kapıya kadar hiç
konuşmadan yürüdüler…
İkisinin içinde de tarifsiz bir huzur ve gurur vardı…
Tüm yurt işgal altındaydı.
Sanmayın ki her yerde top tüfek savaş vardı.
Bu işgalin topla tüfekle alakası yoktu.
Birinci Dünya Savaşı’nda 15 lira ile geçinen aileler,
İşgal döneminde 180 lirayla geçinemez hale gelmişti.
Enflasyon şahlanmıştı, her şey zamlanmıştı.
Tarımsal üretim neredeyse yoktu,
Amerikan unu, İngiliz pirinci satılıyordu.
Bizim ürettiğimiz hiç bir şey piyasada yoktu.
Gümrük Kanunu Saray tarafından lağvedildi.
Yurtdışından getirilen mallara vergi sıfırlanmıştı.
Bu sayede ekonomik işgalin önü sonuna kadar açıldı.
Aklınıza gelebilecek “yerli ve milli” dediğiniz
ne varsa,
Fabrikalar, kömür madenleri, buğday tarlaları, pamuk
ovaları, pancar tarlaları…
Hepsi Saray idaresi tarafından bir bir yabancı işgalcilere
altın tepside sunuldu.
Vatan topraklarını işgalcilere açmakta sakınca görmeyen
saray idaresine sesi çıkmayan zihniyet,
Kadınların saçının teli açılsa kıyameti koparıyordu…
Tüm bunlar yetmiyor gibi Saray idaresi emlak fermanı
çıkardı.
Boğaziçi kıyılarından yabancıların arazi satın almasına izin
verildi.
Dedim ya az önce top tüfeğe ne hacet,
Paran varsa toprak senindir…
Tüm bunlar yaşandığında yıl 1919 du.
Osmanlı Saray idaresi tam anlamıyla teslim olmuş, ülke adeta
kapanın elinde kalıyordu.
İşgalden çok önce parçalanmanın ve ekonomik teslimiyetin
başladığı yıllarda,
Sultan 2. Abdülhamit;
“Vatan, insanların ayaklarının bastığı yerdir. Onun
uğrunda ölmeyi anlamıyorum. Bu kadar insanın vatan için birbirini boğazlaması
iyi şey değil” diyordu.
Bu zihniyete ne anlatsanız boştu aslında.
Böyle bir düşünceye sahip yöneticiler,
Vatanın kutsallığını bilmediği için,
Mendil satar gibi vatan toprağı satabiliyordu…
“Tarihimizi inceleyiniz. Türk’ün çektiği bütün
felaketler, karşılaştığı tehlikeler ve kötülükler hep kendi öz benliğini, milli
varlığını ihmal ederek, nereden geldiklerini ve ne olduklarını, hangi nesle ait
bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine yönetici tanıyarak
onların bilinçsiz bir aracı olmak durumuna düşmüş olmasıdır.”
Tüm bu süreçleri yaşayan Ulu Önder Atatürk böyle diyordu.
Zaman geçti 1990’lar ve 2000’li yıllara geldik.
Bir şey değişti mi derseniz bence değişmedi.
Ekim 1994'te özelleştirme işlerini yürütmek üzere kurulmuş
olan,
Kamu Ortaklığı İdaresi'nin Başkanı Tezcan Yaramancı,
Anayasa Mahkemesi'nin oybirliği ile verdiği iptal kararını
hiçe sayarak,
Ereğli Demir Çelik Fabrikalarının hisselerinin %51,66'sını,
"Kaça satarsanız satın, kabul ediyoruz" kaydıyla
bir İngiliz firmasına devretti.
Bu yasadışı satışı gerçekleştirmek üzere, hisse senetleri
çantasında,
İngiltere'ye uçmadan önce havaalanında gazetecilere konuşan
Tezcan Yaramancı,
"Anayasa Mahkemesi kararları bizi bağlamaz!" diyerek,
açıktan meydan okuyordu.
DYP-SHP koalisyon hükümetinin başbakanı Tansu Çiller,
özelleştirmeyi nasıl uygulayacaklarını halka şöyle anlatıyordu;
"Ya olacak, ya olacak."
Çiller'in sağ kolu Necmettin Cevheri'nin üslubu ise
şöyleydi;
"Kellemiz gitse de özelleştirme yapılacak."
Türkiye'nin en büyük işverenlerinden biri olan Sakıp
Sabancı,
İstanbul Sanayi Odası'nda yaptığı ve televizyondan
yayınlanan konuşmasında
Masayı yumruklayarak şöyle haykırıyordu;
"Devlet fabrikaları (KİT’ler) canavardır, özelleştirmeye
karşı çıkan da vatan hainidir!”
Avustralya gezisine çıkmadan hemen önce Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan;
“Ben ülkemi adeta pazarlamakla mükellefim” dedi
mikrofonlara.
AKP’nin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan:
“Kâr edeni de zarar edeni de satacağız! Devlet sanayici
olmaz. Yakında SÜMERBANK tarihten siliniyor. Elinde bir şey kalmadığı gibi
ismini de kaldırıyoruz. SEKA, stratejik yer imiş! Ne stratejisi, önemli olan
müşteri bulmak. Müşteri gece gelse, pijamayla çıkıp karşılarım. Seviyorum ben
bu işleri arkadaş. TEKEL’i Babalar gibi satarız! TÜPRAŞ’ı Ruslara satar mısın,
diyorlar. Satarım arkadaş.”
Günümüze bakıyoruz,
Ankara’yı parsel parsel yasadışı terör örgütlerine sattılar.
İstanbul’da arsalar, limanlar, borsadan hisseler ve daha
neler neler,
Halen Katar Katar satılmaya devam ediyor.
Ne diyeyim arkadaş ben size?
Börekçizade Rifat Efendi ve eşinin kefen parası,
Özel Kalem Müdürü Mazhar Bey’in kürklü paltosu,
Zübeyde annemizin bilezikleri,
Atatürk’ün tüm birikimi...
Bunların hepsi bir vatan etti de, sizin sata sata
bitiremedikleriniz sizi adam edemedi….
