23 Mart 2023

TAKDİR-İ İDARİ

 


TAKDİR-İ İDARİ

 

"Tüm mantarlar yenilebilirdir, ama bazılarını sadece bir kez yersiniz."

Bu bir Litvanya özdeyişi.

Kendisini ve çevresini bekleyen tehlikeyi görmeden hareket etmeyi özgürlük sanan insanlar için söylenir.

Önümüz seçim…

Ve ne yazık ki hala aklı başına gelmemiş, 20 küsur yıldır bu ülke insanlarına yapılan her türlü zulmü görmezden gelerek “Kılıçdaroğlu’na oy vermem” diyen bir kitle var.

Bu tehlikeli kitleye gidip sorun “Tayyip Erdoğan’ı istemiyorum ama Kılıçdaroğlu da yönetemez” gibi saçma bir argümanı savunur.

Yahu arkadaşım Kılıçdaroğlu’nun yönetemeyeceğine nasıl karar verdin?

Bizi kim yönetsin diye sorsanız; dürüst, namuslu, devlet işlerinden anlayan, birleştiren, hakaret etmeyen, haklarımızı savunan, koruyan, kollayan bir lider isterler.

Eeee bunların hepsini zaten Kılıçdaroğlu’nda görebiliyoruz.

Kardeşim sen ne istiyorsun? Kılıçdaroğlu’yla zorunuz ne?

Aslında sorunun cevabı basit…

Cehalet de uyku gibidir. Seni uyandıran ilk insana tepkin kızgınlıktır.

Uyanıyoruz ve bazıları gerçekten bundan rahatsız oluyor.

Uyumak istiyor, rahatı bozulmasın istiyor, “yeni bir düzene nasıl ayak uyduracağım?” endişesi taşıyor…

Evet haklı! Hepimiz korkuyoruz…

Hepimiz biraz değişimden ve etkilerinden korkuyoruz.

Ama yıllardır zaten korkutularak, sindirilerek yaşamadık mı?

Yetmedi mi bunca yıl bu ülke topraklarına reva görülen yaşam biçimi?

Artık bir şeyleri değiştirmenin tam zamanı bence.

Bunu yaparken de kullanacağımız sihirli kelime: “BİRLEŞMEK”

"Bir araya gelmek başlangıçtır. Bir arada durabilmek ilerlemedir. Birlikte çalışmak ise başarıdır."

Henry Ford’un bu sözü tam da bugünlerimizin mottosu olmalı.

Cumhuriyetimizin 100. Yılında öyle bir seçim yapmalıyız ki;

Ya karanlığa, gericiliğe kendimizi teslim etmeliyiz,

Ya da Atatürk’e olan sözümüzü tutup;

Birinci vazifemiz olarak; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmeliyiz...

 

Bu seçim karanlığa karşı aydınlığın,

Tek sesliliğe karşı, çok sesliliğin,

“Düşünme, itaat et” diyenlere karşı, “düşün, sor, sorgula” diyenlerin,

Şeriat gelsin diyenlere karşı, cumhuriyeti koruyanların seçimidir…

Brezilyalı dostlarımızın ülkelerinde yapılan seçimle ilgili söyledikleri gibi;

“Bu seçim cennetin kapılarını açma seçimi değil, cehennemin kapılarını kapama seçimi.”

Güç sende!

Bunu sakın unutma!

Nasıl yönetilmek istediğine sen karar vereceksin…

11 Temmuz 2015…

Rize, Çamlıhemşin, Yukarı Samistal Yaylası.

Yeşil Yol protestosunda kalabalıktan bir ses yükselir;

“Vali, Kaymakam kimdir? Ben, ben, ben, halkım ben. Devlet kimdir? Devlet benim. Devlet bizim sayemizde devlettir.”

Havva  Ananın bize anlatmak istediği şey çok belliydi.

Hükümetler geçer, makamlar geçer ama devlet bakidir.

Halkız biz… Devleti oluşturan temel unsur biziz.

Halk olarak yetki bizde, seçme hakkı bizde, devleti biz şekillendiririz.

Birleşeceğiz ve kazanacağız…

Artık bu ülkede Takdir-i İlahi dönemi bitti.

Yeni dönemin adı; Takdir-i İdari…

ESTONYA FERİBOTU

 


ESTONYA FERİBOTU

 

Hepimizin bildiği en büyük deniz kazası Titanic yolcu gemisinin batmasıdır.

1912'de yapımı tamamlandığında dünyanın en büyük buharlı yolcu gemisiydi.

Daha ilk seferini yaparken Kuzey Atlatik’in buzlu sularına gömüldü.

Bu talihsiz kaza 1514 kişinin ölümüyle sonuçlandı ve tarihe geçti.

Titanic`te yaşanan can kayıpları birçok nedene bağlanmaktaydı.

Ama asıl neden herkese yetecek kadar filika taşımıyor olmasıydı.

Titanic hepimizin bildiği bir deniz kazası olsa da;

“Batmayan gemi” ünvanına rağmen batması ve

Filminden zihinlerimizde kalan gemi batarken hala keman çalan kemancı dışında pek bir özelliği yok…

Size daha çok ilginizi çekecek Estonya Feribotundan bahsetmek istiyorum.

Deniz tarihinin en büyük kazalarından biri 28 Eylül 1994 yılında Baltık Denizi’nde yaşandı.

Estonya Feribotu’nun batmasıyla 852 yolcu öldü, 137 kişi bu kazadan kurtuldu.

Kıyıya yakın bir mesafede su alması nedeniyle yan yatarak batan feribot,

Sadece gemi mühendisleri tarafından değil aynı zamanda kazada ölümlerin nedeni açısından,

Davranış psikolojisi uzmanlarınca da yıllarca incelendi.

Davranış psikolojisi uzmanları bu kazada ölen 852 yolcunun neden kurtulamadıklarını araştırdı.

Ölenlerin yüzde 98’inin çok iyi yüzme bildiklerini belirleyen uzmanlar,

Son olarak kazadan kurtulanlarla görüştüler.

Ortaya çıkan sonuç şuydu:

Feribot 28 Eylül’de gece saat 00.50’de sert dalgalar nedeniyle su almaya başladı.

Feribota giren sular 50 santim yüksekliğe ulaştı ve feribot yan yatmaya başladı.

Su miktarının artmasıyla birlikte tahliye işlemi başladı.

Ancak 987 yolcudan sadece 137’si su almaya başlar başlamaz hemen feribotu terk etti.

Geri kalan 852 yolcu ise,

Gemi kaptanının; “Panik yapmayın dünyanın en güçlü feribotundasınız” 

(evet biliyorum burası size çok tanıdık geldi) sözlerine kanarak

Su boşaltma işlemini izlediler.

Saatler ilerledikçe feribot daha da yan yattı ama 852 yolcu izlemeye devam etti.

Sonunda saatler 01.50’yi gösterirken tamamen yan yatarak sulara gömüldü.

Feribotun su aldığını ve yan yatmaya başladığını görmelerine rağmen,

Son saniyeye kadar rahat rahat batışı izleyenler,

Psikoloji ders kitaplarında “Estonya Feribotu Sendromu” olarak yer aldı.

Çevrenize bir bakın,

Eminim bu sendroma tutulmuş onlarca insan göreceksiniz…

İşte Türkiye’de de bugün Estonya Feribotu Sendromu yaşanıyor.

Faizlerin yükselmesi,

Dövizin Merkez Bankası’nın çabalarına rağmen düşmemesi,

İşsizliğin artması,

Her yıl katlanarak artan dış borç,

80 milyonluk ülkenin 60 milyonunun borç batağında olması,

Geçinemiyorum çığlıkları,

Kepenk kapatan esnaflar,

Yetmeyen asgari ücret,

Hacizlik olmuş çiftçiler,

Çıkar yol bulamayıp intihar edenler,

Mutsuz insanlar, umutsuz gençler…

Bunların hepsi ülkenin batışını alenen gösteriyor!

Bir de tüm bunları yaşadığı halde hala AKP diyen,

“Reis bizi kurtarır” diyerek hala kurtarılacağına inanan,

-ki onlarda Stockholm Sendromu da yaşandığını düşünüyorum-

Sokak röportajında “tüm bunların sorumlusu CEHAPE” diye tutunan bir güruh var…

Tam bir akıl tutulması, Estonya Feribotu Sendromunun zirvelerinde gezen bir topluluk…

Ülke yan yatmış, oturmuş hala izliyorlar…

Evet bu ülkede geçmiş yıllarda tüp kuyruğu oldu,

Yağ kuyruğu, şeker kuyruğu, çay kuyruğu oldu.

Ama o zamanlar ambargolar, savaşlar, ihtilaller vardı.

Şimdi bunların hiç biri yok ancak,

Ucuz ekmek kuyruğu,

Ucuz karnabahar kuyruğu,

Askıda ekmek kampanyaları, upuzun İşkur kuyrukları var.

Ülkenin en büyük sosyal yardım ağı Kızılay bile 10 TL bağış toplamak için kampanya yapar hale gelmiş.

Bir tarafta ülkedeki her şeyi sata sata bitirdikleri için kesilen sıcak para musluğu nedeniyle,

Ekonomiyi bir türlü derleyip toparlayamayan bir hükümet,

Diğer tarafta felaketi görüp de,  “bize bir şey olmaz” diyerek izleyen Türk halkı.

Kredi derecelendirme kuruluşları notumuzu durmadan düşürüyor,

Yabancı yatırımcıları Türkiye’ye karşı uyarıyor.

Yabancı yatırımcılar temkinli, hatta yatırım kararlarından bile vazgeçer hale gelmiş…

Yabancılar bir gün sonrasını bile karanlık görüp gemiyi terk ederken,

Bizim halkımız tıpkı Estonya Feribotu’ndaki 852 kişi gibi batışı seyrediyor.

Ne can yeleği var, ne yüzmeyi biliyor,

Bir de durmadan kredi çekip borçlanıyor.

Ne diyeyim Allah akıl fikir versin...

Umarım bir gün Estonya Feribotu’nda ölen 852 kişinin davranışlarını inceleyen uzmanlar,

Ekonomisi çöküş yaşayan Türk insanının bu rahatlığını ve cesaretini de analiz ederler.

Buraya kadar tane tane, güzel güzel anlattım ama

Lafı daha fazla uzatmaya gerek yok,

Sen böyle rahat rahat “istikrar bozulmasın reis bizi kurtarır nasılsa” diye oy verip,

Cebinde beş kuruşsuz olan biteni seyrediyorsun ya güzel kardeşim

İşte o iş öyle olmuyor!

Sen bakma kaptanın “aynı gemideyiz” dediğine,

Onlar gemi tam yattığında son filikaya atlayıp kurtulur,

Ama sen Titanic’de ki kemancı gibi elindeki kemanla kalakalırsın.

Benden söylemesi…

KARTALLAR YÜKSEK UÇAR

  Ekrem İmamoğlu’nun Silivri’de görülen mahkemesinden bir fotoğraf karesi günlerdir sosyal medyada dolaşıyor… Fotoğrafta benim dikkatimi ç...